SAĞLIK/GÜNCEL: Prof. Dr. Sayın Cem Sungur un 02-Kasım-2007 günü Cumhuriyet Gazetesi Ankara Ekinde çıkan yazısı
Uzmanlık eğitimini aldığım üniversite hastanesinin beşinci katının sonunda yer alan kapalı kapıların ardında yer alan yoğun bakım beni hem kendine çeken, hem de ürküten gizemli bir yerdi. Orada “gerçek” sağlık hizmetinin sunulacağını, hayatların mutlaka kurtulacağını ve eğitimim için çok yararlı olacağını düşünürdüm. Ancak uzmanlık eğitimimin başında, özellikle geceleri bu çok önemli sorumluluğu taşımak beni endişelendirirdi. Yoğun bakımda geçireceğim üç aylık sürenin üçüncü günü gün içinde yatırılan beş ağır hastanın beşini de 24 saat içinde kaybedince tedirginliğimin hiç de yersiz olmadığını anladım. Yoğun bakımdaki ilk ayımın sonunda Kızılay’a öğle tatili sırasında yolum düştüğünde, resmi dairelerden piyasa için yüyüşe çıkmış memurlara bakıp, aslında normal ve sağlıklı insanların yaşantısına ne kadar yabancılaştığımı fark ettim. Öte yandan bir çok mucize de bu ortamda gerçekleşiyordu: minicik bebekler 4 ay sonra evlerine gidiyor, sokakta aniden hayatını kaybedip yeniden canlandırılma uygulandıktan sonra yatırılan hastalar teşekkür edip evlerine yürüyerek dönüyor, durmuş olan organlar tek tek çalışmaya başlıyordu.
Bu hafta başkent Ankara 4. Ulusal Dahili ve Cerrahi Bilimler Yoğun Bakım Kongresine evsahipliği yapacak. Ağırlığı bir kilogramı bile bulmayan, erken doğan bebeklerden, yaşamanın sonuna yaklaşmış çözümsüz sağlık sorunları olan ileri yaşlı insanlara, büyük bir kaza veya ameliyat sonrası sağlığına kavuşturulmaya çalışan hastalardan, felç geçiren, enfeksiyon nedeniyle organları iflas noktasına gelmiş olan her yaştan insanın yatırıldığı özel alanlar yoğun bakımlar. Amaç önce onları hayatta tutmak, daha sonra sağlık sorunlarını gidermeye çalışmak, iflas eden organları desteklemek ve en basit ihtiyaçlarını bile yerine getiremeyen insanlara kusursuz bir hemşirelik hizmeti vermek. Çevresindeki elektronik monitörler, solunum ve böbrek makinaları yer alan, vücuduna değişik kateterler ve sondalar giren, başucunda sayısız serum ve ilaç bulunan, çoğu kez sargılar içinde bilinçsiz yatan bir yoğun bakım hastası her gün bu ortamda çalışan sağlık çalışanları için bile korkutucu olabiliyor. Yoğun bakım ortamları hasta güvenliği açısından da hastanelerin en riskli alanlarını oluşturuyorlar; en dirençli ve tehlikeli hastane enfeksiyonları gerekli önlemler alınmazsa hızla yayılıyor, karmaşık tıbbi tedavilerin olumsuz sonuçlanmaması için çok sıkı kurallara uyulması gerekiyor. Yoğun bakım hemşirelerine de hastaların akciğerine değişik maddelerin kaçmaması, yatak yarası açılmaması, enfeksiyonların önlenmesi için çok özenli bir bakım vermesi gerekiyor. Yoğun bakımlar hem yaşamımızın hem de yaşantımızın sonunun ayrılmaz bir parçası haline gelmiş durumda.
Yoğun bakım kavramının nasıl geliştiğini öğrenebilmek için 1952 sonbaharına, Kopenhag’a geri dönmek gerekiyor. O yıl Kopenhag’da düzenlenen çocukfelci (polio) kongresinden sonra ortaya çıkan çocukfelci salgını yazın sonuna doğru çocukları tek tek yatağa düşürmeye başlamıştı. Çocukların önce harekeleri sağlayan kasları devre dışı kalıyor, daha sonra da solunumlarını sağlamaya çalışan kaslar etkileniyordu. Bu noktaya gelindiğinde artık o çocuk için yapılacak bir şey kalmıyordu. Zavallı çocuklar, uykudan aniden uyanırcasına irkiliyor ve bir parça oksijen alabilmek için inanılmaz bir gayret gösteriyorlardı. Küçücük çocukların saatler içinde yaşlandığını görebilmek mümkündü. Daha sonra renkleri bembeyaz oluyor, aşırı terleme başlıyor ve bir saat içinde solunumları duruyordu.
Kopenhag’daki Blegdam Hastanesi bu salgına çok hazırlıklı yakalanmamıştı. O dönemde solunumu duran hastalar için kullanılan çelik akciğer tipi bir adet büyük makina ile sadece göğüs kafesinin üzerine yerleştirilen altı küçük çelik akciğerleri vardı. Kayıtlar son on yılda sadece on çocukfelci olgusunun yatırıldığını gösteriyordu. Oysa Ağustos sonuna gelindiğinde hastaneye bir günde salgından etkilenen elli tane çocuk yatırılmaya başlandı. Çocukların neredeyse %80’i kaybediliyordu. Yeni çelik akciğerler bulmaya çalışmak çözüm olmayacaktı. Hastane başhekimi Dr. Lassen, bir çözüm oluşturabilmek amacıyla toplantılar düzenliyor ve değişik hekimlerle görüşüyordu. Anestezi bölümünden, daha çok teknik becerileri ile tanınan Dr. İbsen’le de konuşmaya karar verdi. Koğuştaki çocukları ve otopsi bulgularını izledikten sonra Dr. Lassen ve Dr. İbsen, kulak, burun ve boğaz hastalıkları uzmanı ile görüşerek yepyeni bir tedaviyi uygulamaya karar verdiler. İlk hastaları solunum yetmezliğinden morarmış olan Vicki adındaki bir kızdı. Kulak burun ve boğaz cerrahı Vicki’nin boğazında bir delik açtı, Dr. İbsen bu delikten bir tüp yerleştirdi ve bir torba aracılığıyla belirli aralıklarla Vicki’nin akciğerlerine hava pompaladı. Dakikalar içinde rengi ve durumu düzelen Vicki daha sonra tam olarak iyileşti.
Eylül’de Blegham Hastanesine gidenler gözlerine inanamadılar. Yetmişerli iki sıra halinde dizilmiş yatakların her birinde çocukfelcine yakalanmış felçli bir çocuk yatıyordu. Hepsinin boğazlarında bir delik (trakeostomi) ve içinde bir tüp vardı ve daha uzun bir tübün ucundaki plastik torbanın başında genç bir tıp öğrencisi oturuyordu. Bir kaç saniyede bir bu torbayı sıkarak hasta çocuğun akciğerlerine oksijen pompalıyordu. Tıp öğrencileri 6 saatte bir nöbet değiştiriyordu. 1500 tıp öğrencisi, 6 ay süreyle, 165.000 saatten uzun bir sürede o torbayı sıkmak için ellerinden geleni yaptılar. Bu süreçten fiziksel ve psikolojik olarak çok etkilendiler. Ama bu süre içinde ümitsizlikten çok bir dayanışma ve hastalığa karşı direnme atmosferi hissettiklerini belirttiler. Bu çabalarının karşılığını da fazlasıyla gördüler; solunum yetmezliğine giren çocukların %80’i değil sadece %10’u kaybedildi.
Blegdam hastanesinde yaşananlar yardımlı solunum tedavisinin ve organ yetmezliği olan hastalara özel birimlerde, bire bir tedavi ve bakım verilmesi kavramının başlangıcı oldu ve kısa sürede “yoğun bakım birimlerine” dönüştü. Yoğun bakımların Avrupa kıtasında ve Amerika’da kısa sürede sayıları hızla arttı. Kalp cerrahisi veya kanser cerrahisi gibi büyük ameiyatlardan sonra, hastaların aşamalı olarak iyileşmelerine olanak veren bu birimler sayesinde daha zor ameliyatlar çok düşük ölüm oranları ile gerçekleştirilmeye başlandı. Günümüzde özelleşmiş altyapıları ve uzmanlaşmış çalışanları ile yoğun bakım birimleri yaşamla ölüm arasındaki sınırı korumaya devam ediyorlar.
13 Ocak 2008 Pazar
YAŞAMLA ÖLÜM ARASINDA BİR ALAN : YOĞUN BAKIM
Etiketler: belirtileri, böbrek, burun, cinsellik, diyet, enfeksiyon, estetik, göz, hastalıklar, idrar yolu, kadın, kalp, kan, kas, kulak, saglık, tedavi, tedavisi, zayıflama
Gönderen admin zaman: 04:20
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder