13 Ocak 2008 Pazar

ÇEVİRMEN TIP

Prof. Dr. Sayın Cem Sungur un 30-Kasım-2007 günü Cumhuriyet Gazetesi Ankara Ekinde çıkan yazısı

Kolesterol düzeyini düşüren ilaçların klinik yararları konusunda 1980’li yıllardan bu yana son derece somut kanıtlar birikmiştir. Daha önce kalp krizi geçirmiş olan, koroner bypass cerrahisi uygulanmış veya kalp damarlarına stent yerleştirilmiş, inme geçirmiş veya şeker hastalığı olan hastalarda “statin” adı verilen ilaçların sürekli olarak kullanılması halinde bu insanların ömrüne ömür katılmaktadır. Statin adlı ilaçların yararları değişik dergilerde, eğitim toplantılarında ve internet ortamında paylaşılmaktadır. Öte yandan yapılan farklı araştırmalar şunu göstermektedir; statinlerden en çok yararlanacak hastaların sadece dörtte birine bu ilaçlar reçete edilmektedir. Bu ilaçlar yukarıda tanımlanan hasta gruplarında ölüm riskini üçte bir oranında azaltmaktadır. Başka bir deyişle ilacın reçete edilmediği 75 hastanın üçte biri veya 25 hasta kendilerine doğru ilaç reçete edilmediği için hayatlarını kaybetme riski altındadır.



Kolesterol ilaçları ile ilgili mevcut mevzuatın neden olduğu sınırlılıklar bir tarafa bırakılacak olursa, niçin bu tedavi sayesinde hayatta kalma olasılıkları belirgin derecede artacak olan hastaların sadece dörrtte biri ilaç kullanmaktadır? Bu sorun sadece kolesterol düzeyini azaltan ilaçların kullanımı ile ilgili midir? Hastalarına en güncel tedavilere sunmakla yükümlü olan hekimlerin neden basireti bağlanmaktadır? Hastalar neden kulaktan dolma bilgilere daha çok güvenip, etkili ve güvenli tedavi konusunda uyumsuzluk göstermektedir? Henüz ihtiyacı olan hastaların aspirin kullanımında arzu edilen oranlara ulaşamazsak, genetik tedaviler gibi karmaşık uygulamalarda ne oranda başarılı olabileceğiz? Bütün bu soruların yanıtları incelendiğinde sorunun yaygın ve kaygı verici boyuttta olduğu fark edilmiştir. Bazı sanat eserleri başka dillere çevrildiği zaman nasıl bazan anlamlarından, dolayısıyla da değerlerinden bir şeyler kaybediyorlarsa günümüzde sağlık hizmetleri alanında da benzer bir sorun yaşandığı anlaşılmıştır. Bilgi üretiminin klinik uygulamalara dönüşümü sürecinde yaşanan aksaklıklar masaya yatırılmış ve güncel bilgiler ve uygulamalar arasındaki kopukluğu gidermek üzere “çevirmen tıp (translational medicine)” kavramı ortaya atılmıştır.



Çevirmen tıbbın ilgi alanlarından birisi temel tıp alanındaki gelişmelerdir. Son çeyrek yüzyıl bize göstermiştir ki, hastalıkların gelişme nedenleri ve süreçleri son derece karmaşıktır. Kalıtsal hastalıklar klasik anlamlarının dışına taşmış, genetic etkenlerin toplumda sık görülen bir çok hastalığın gelişimindeki katkıları anlaşılmaya çalışılmıştır. Bundan daha karmaşık olan bir başka alan ise “proteomik” olmuştur. Proteinlerin sağlıkta ve hastalık süreçlerinde uğradıkları değişiklikler çok daha ayrıntılı ve karmaşık bir araştırma alanını oluşturmaktadır. Bu önemli bilgilerin çoğu sadece hastalar ve yakınları için değil, sağlık çalışanları için kolayca kavranamaz niteliktedir. Çevirmen tıp devreye girmezse bu sorun çözümsüz kalacaktır.



Klinik uygulamalar konusunda çevirmen tıbbın üzerinde en çok durduğu konuların başında uygulamaların kanıtlara dayandırılması gelmektedir. Hem günlük kararlarımızın dayandırıldığı kanıtların üretilmesi, hem de yorumlanması ve uygulamaya dönüşmesi alanındaki ataletin giderilmesi için yine çevirmen tıbbın devreye girmesi gerekecektir.



Süreğen hastalıklar bireylerde derin psikolojik ve sosyal sorunlar yaratmaktadır. Öte yandan AİDS örneğinde olduğu gibi bazı hastalıkların temelinde de psikosoyal faktörler (Örn. İlaç bağımlılığı, seks ticareti, göçler v.d.) yer almaktadır. Sadece bilimsel yöntemlerle bu sağlık sorunlarını çözümlemek olası değildir. Değişik bilim alanlarının yöntemlerini sentez etmek için çevirmen tıptan yararlanılmaktadır. Son yıllarda Londra’daki London School of Economics ve King’s College gibi saygın eğitim kurumları, bu anlamda öncü olabilecek master programları başlatmışlardır.



Yakın geçmişte yaşanan bir başka sorun da, sağlık alanındaki araştırmaların sonuçlarının ilan edilmesi ve paylaşılmasında izlenmiştir. Bazı araştırma sonuçlarının kamuoyuna, sağlık çalışanlarına ve hastalara aktarılmasında tarafsızlık ilkesi ihlal edilmiş, bilim dışı yönlendirmeler ve çıkarlar baskın hale gelmiştir. Finansal motifler egemen hale gelmiş, biyolojik ve tıbbi araştırmalarda özel sektör devlet sektörünün önüne geçmiştir. Bu nedenle yaşanan güvenlik ihlallleri, kamuoyunun bilimsel gelişmelere ve sağladıkları klinik gelişmelere güvenini azaltmıştır. Bu konuda da tarafsız organların yürüteceği çevirmen tıp yaklaşımlarına büyük gereksinim duyulmaktadır.



Bilimsel bulgular ve gelişmeler o kadar önemli finansal fırsatlar sağlamaktadır ki, bilimsel çevrelerde ve sağlık hizmeti uygulayanlar arasında daha çok olumlu sonuçlar sağlayan araştırma sonuçları tartışılmaktadır. Öte yandan bir çok araştırmadan olumsuz sonuçlar elde edilmektedir. Bu olumsuz sonuçların, klinik uygulamalarımız üzerine etkisi en az olumlu sonuçlar kadar önemlidir. Çevirmen tıbbın bu nokta da yardımcı olacağı düşünülmektedir.



Yirmi birinci yüzyılda çevirimci tıptan çok şey beklenmektedir; bağımsız akademik üretkenlik, araştırmalarda şeffaflık, uluslararası standart ve kurallar, yaratıcılığın özendirilmesi ve gereksiz bürokrasinin azaltılması…Bu alanda uzmanlaşmak isteyen sağlık çalışanları için eğitim proramları ve uluslararası araştırma fonları her gün artmaktadır. Sağlık çalışanları ve toplumumuz için de çok yararlı olacak bu yeni uzmanlık dalı olgunlaşana dek Dr. Paget’nin 1909’daki sözleri yol gösterici olabilir “Klinik uygulamalar, duyguların bilime temasıdır”.

0 yorum: