17 Ağustos Marmara Depremi Yıldönümünü yaşayan, 12 Kasım Düzce Depremi Yıldönümünü yaşayacak herkese ve hepimize,
Hepimizin başından, hafızamızda bir anı, albümlerimizde bir fotoğraf, video filmlerinde bir görüntü veya günlüklerimizde bir satır olarak kaydettiğimiz olaylar geçmiştir. Pek çoğumuzun da bu olaylara ilişkin “yıldönümlerimiz” vardır. Evlilik yıldönümleri, doğum günleri, mezuniyet günleri gibi özel, dini ve milli bayram günleri, anneler günü, babalar günü gibi toplumsal olarak yaşattığımız günler, bu tür yıldönümlerindendir. Eğer bu anları bizimle paylaşmış veya paylaşmasını istediğimiz kişilerle birlikteysek, söz konusu günleri bir şenlik havasında kutlarız. Ama o insanlar acı bir olayla aramızdan ayrılmışlarsa, içimizde bir burukluk oluşur. Kederleniriz.
Hatırlamayı ve hatırlanmasını neredeyse hevesle beklediğimiz bu yıldönümlerinin yanında, 17 Ağustos 1999 da olduğu gibi, dünyanın beklenmedik bir anda sarsılarak, sevdiklerimizi bizden aldığı bazı olayların da yıldönümleri vardır. Bu yıldönümlerinde de olayın yaşandığı anlardaki duygularımıza benzer duyguları yeniden yaşarız. Mutluluk veren bir olayın yıldönümünde yaşadığımız mutluluğu nasıl hiç sorgulamıyorsak, hayatımızda önemli kayıplara yol açan bir olayın yıldönümünde de o olay anındaki kadar şiddettle yaşadığımız acı, korku, öfke, pişmanlık, suçluluk gibi duygularımızı da doğal karşılamalıyız.
İster olumlu, ister olumsuz olsun, hayatımızda önemli bir yer tutan olaylar sırasında, çevremizde bulunan her şey, biz farkında olmadan hafızamıza kaydedilir. Bu yüzden de aynı şeyler, bir başka zamanda da bizleri, o olay sanki yeniden oluyormuşçasına etkileyebilir. Deprem gibi hayati tehlike içeren bir olay sırasında da hafızamız o olay öncesindeki ve anındaki herşeyi kaydettiğinden, farklı bir zamanda ve mekanda bile, benzer şeyler yeniden gündeme geldiğinde (havanın sıcaklığı, denizin durumu, ayın rengi, hatta üzerimize giydiğimiz bir giysi veya taktığımız bir takı), bize o olayı hatırlatma gücüne sahip olur. Yeniden o deprem anındaki duygusal tepkileri ve davranışları gösterebiliriz.
Bu tür tepkiler, olay taze iken daha sık olarak ortaya çıkar, zamanla seyrekleşebilir. Olayın yıldönümlerinde ise olayın olduğu ay, gün, saat ve dakikada, hafızamızdaki anılar yeniden canlanır. Bu yüzden de olayın yıldönümlerinde psikolojik olarak çok etkilenebilir, olay anında yaşamış olduğumuz duygularımızı aynı şiddette yaşayabiliriz.
17 Ağustos yaklaşırken, içimizde bir huzursuzluk, sinirlilik, kaygı ve korku gibi duygular yaşayabiliriz. Yakınlarını, arkadaşlarını, güven duygusunu, bazı uzuvlarını, evini, eşyalarını ya da işini kaybetmiş, harabolması nedeniyle doğup büyüdüğü yerleri neredeyse tanıyamayacak hale gelmiş olanlarımız için ise, bu kayıpların yası halen sürüyor olabilir.
Geçmişteki bu olayları kabullenip geleceğe yönelebilmek için bir kaç ay yetmez. Yapılan araştırmalar, insanların bu tür kayıplarından sonra yaşadıkları yasın aynı şiddette, birbuçuk, iki, hatta üç yıl bile sürebildiğini göstermektedir. Bazılarımız ise bu yas tepkilerini geçiştirmiş, yok saymış ya da ertelemiş ve sonuçta tam manasıyla yaşayamamış olabilir. Yıldönümleri, bu yas tepkilerinin de herkes için alevlendiği dönemlerdir.
Pek aklımıza gelmese de araştırmalar, bu tür yıldönümlerinin bir yandan da hayatta kalanların duygusal yaralarının iyileşmesi için bir fırsat olabildiğini göstermektedir. Bu yıldönümlerinde, yaşadığımız duyguların farkına vararak, ifadesine izin vererek, bu doğal yas sürecinde, daha ileriye ve “yeniden yapılanma”ya doğru çok önemli adımlar atabiliriz.
Yıldönümleri aslında insanların psikolojik ihtiyaçlarından ortaya çıkan, önemli günlerdir. Başımızdan geçen o olayı anarak, geride bıraktığımız yılı gözden geçirerek, ileriye dönük planlar yaparak yeniden dengeye dönme ihtiyacımıza cevap verirler. Dünya üzerinde insanın varolduğu zamandan bu yana, pek çok kültürde ve dinde “yıldönümleri” vardır ve çeşitli bireysel ve toplumsal törenlerle idrak edilir. Toplumun ihtiyaçlarına bağlı olarak bu törenler yıllarca devam edebilir. Örneğin 1906 San Fransisco depreminden sağ kalanlar, her yıl Nisan ayının 18’inde, sabaha karşı 5:12 de “yıldönümleri” için bir araya gelmektedirler.
Afet yıldönümleri çoğumuzda bazı psikolojik tepkilere yol açar. Bu tepkiler beklenmediği ve açıklanamadığı için kişilerde ek kaygı ve sıkıntı yaratabilir. KORKMAYIN. Bu duygusal “artçı şoklar” bir “geriye gidiş” değildir. Bunlar iyileşme ve yaraların sarılması sürecinin doğal, doğal olduğu kadar da gerekli bir parçasıdır. Bu psikolojik tepkilerden bazıları aşağıda belitilmiştir:
Olaylar ve kişilerle ilgili anılar, rüyalar, düşünceler, duygular
Depremin yıldönümü yaklaşırken, kendimizi o olayı düşünmekten alıkoyamayız. Çok uzun zamandır düşünmediğimiz şeyleri yeniden düşünmeye başlayabiliriz. Çocuklarımızın yeniden depremle ilgili konuşmaya başladığını tanık olabilir; depremle ilgili rüyalar görebiliriz.
Olayla ilgili anıları ve duyguları herşey yeniden oluyormuşçasına canlı yaşayabiliriz. Deprem sahneleri gözümüzde canlanabilir. Çeşitli bedensel tepkiler yaşayabilir, çaresizlik, umutsuzluk, ya da bu felaketten sağ kurtulmuş olmayla ilgili bir buruk bir rahatlık hissedebiliriz.
Keder, üzüntü ve pişmanlıklar
Olayın yıldönümünde kaybettiğimiz kişi ya da kişilerin neleri sevdiğini, neleri yapamadan kaldığını, yaşamımızdaki yerini hatırlar, yokluğuna alışamamanın kederini, üzüntüsünü yaşarız. Yaralarımızın tam kapanmaya başladığını düşünürken, yıldönümüyle birlikte, yeniden açıldığını acıyla farkederiz.
Sadece sevdiğimiz birinin kaybı değil, güven duygumuzun, alışkanlıklarımızın, evlerimizin kaybı ile ilişkili üzüntüler de yıldönümlerinde yoğunlaşabilir. Özellikle geçici konutlarda yaşayanlarımız, evlerini ne kadar özlemiş olduklarını farkedebilirler. Geçici konutlarının eksiklikleri daha çok gözlerine batabilir. Yeni bir eve çıkmış olanlarımız eski evlerini hatırlayabilir; başka bir yere taşınmış olanlarımız yoğun bir sıla özlemi içine girebilirler. Kaybedilen eşyalar da hatırlandığında üzüntü yaratabilir. Özellikle, “keşke saklayabilseydim ya da kurtarabilseydim” diye düşünülen, fotoğraf albümü gibi bizim için yoğun anısı olan eşyalar..
Bir kısmımız için ilk yıl, yaşadığımız olayın yasını bile tutmamıza izin vermeyecek kadar yoğun ve zorlu geçmiş olabilir. Çadır yaşantısı, zor günler, çözülmesi gereken pek çok sorun nedeniyle, kendimizi dinlemeye, kayıplarımızın yasını ve üzüntüsünü yaşamaya fırsat bulamamış olabiliriz. Yıldönümü vesilesiyle ortaya çıkan keder duyguları, gecikmiş yasımızı yaşamamıza olanak vcrdiği için, bir yandan da rahatlatıcı olabilir. Kimimiz, belki de ilk kez, doyasıya ağlama fırsatı bulabiliriz.
Korku, kaygı ve stres
Pek çoğumuzun yaşadığı korku ve kaygı, afetten birkaç ay sonra yatışmaya başlayabilir. Ancak olayın yıldönümünde bu duygular yeniden ortaya çıkabilir. En ufak bir seste, harekette, yerlerimizden sıçrayabilir, gerginleşip, tetikte olma durumuna geçebiliriz.
Olayı çok ağır yaşamış olanlarımızda ise bu korku, zaten birinci yılın sonunda henüz kaybolmadığından, yıldönümü nedeniyle şiddetli bir şekilde alevlenebilir. Kabuslar ve depremi hatırlatan belirli yerlerle ilgili panik duyguları, yeniden ortaya çıkabilir.
Öfke
Yıldönümleri, afet ile ilgili kırgınlıkları ve öfkeleri yeniden körükleyebilir. Haksızlık olarak algıladığımız şeyleri tekrar tekrar hatırlarız. Kendimizi rahatsız eden şeyleri, kaybettiklerimizi, yaralarımızın sarılma aşamasındaki bürokrasiyi, yeniden yapılanma ve iyileşme sürecinin yavaşlığını, daha sık ve yoğun olarak hatırlayabiliriz. Bir türlü tamamlanamamış işler daha çok gözümüze batabilir.
Yaşamlarımıza henüz istediğimiz gibi bir çekidüzen verememiş olduğumuzu düşünerek, yetersizlik duyguları içine girip, kendimize de öfkelenebiliriz. Yaşattıkları nedeniyle depremin kendisine bile öfkelenebiliriz.
Çeşitli nedenlerle başarısızlık duygularımız yeniden alevlenebilir. İlişkilerimizde ortaya çıkan sorunlar daha çok gözümüze batabilir. Birbirimizi daha çok suçlayabiliriz.
Kaçınma davranışları
Pekçoğumuz için yıldönümleri ve toplu anma törenleri, gözyaşları ile de olsa, bir arınma, olan biteni gözden geçirip ders çıkarma, toplumsal dayanışma dönemi olarak algılanabilir. Bazılarımız ise yıldönümünün diğer günlerden farklı olmadığını ileri sürerek, bu tür olaylardan uzak durmak, böylelikle yaşayabileceğimiz olumsuz duygulardan uzaklaşmak isteyebiliriz.
Oturup olay üzerinde düşünme ve olumlu birşeyler çıkarmaya çalışma
Doğal afetler gibi yoğun kayıplara ve acılara yol açan olayları yaşamlarımız içinde özümsememiz zaman aldığından, olaydan sonra “toparlanma”mız da çeşitli düzeylerde olur. Toparlanma dönemleri, hem fiziksel, hem duygusal, hem de ruhsal açıdan “yeniden yapılanma”yı içerir.
Yıldönümleri pek çoğumuz için, bu iyileşme ve toparlanma sürecinde bir mihenk taşı gibidir. İlk yıldönümünde, başımıza gelen bu olayı, zihinlerimizde, yüreklerimizde ve yaşamlarımızda belirli bir yere oturtabilmemiz ve belirli bir bakış açısı geliştirebilmemiz için yeterli bir zaman geçmiştir.
Yıldönümlerinde pek çoğumuz, “şimdi aynı olayı yeniden yaşıyor olsaydım neyi farklı yapardım?” diye bir soruyla yüzleşmeye çalışırız. Bu, pek çoğumuzun uykularını kaçıran bir sorudur. Bu soruya bir yanıt bularak, başka insanlara yardımcı olabileceğimizi ümit ederiz. Yanıtlarımız neredeyse oybirliğiyle; depreme nasıl hazırlıklı olmamız gerektiğini; evdeki tehlikelere karşı alacağımız önlemleri (dolaplar, vs.); evlerimizi sigortalamanın önemini; deprem çantası ve güvenlik araçları almayı; önemli evrakları (kimlik, tapu, banka cüzdanı, vs), fotoğrafları diğer anısı olan eşyayı güvenli ve belirli bir yerde tutmayı; ailece bir kurtulma planının yapılması gereğini ve kurtulanların buluşacağı belirli bir yerin saptanmasının önemini vurgulamaktadır.
Felaketler, kişilerin değerlerini ve inançlarını gözden geçirmelerine de yol açabilmektedir. Araştırmalara göre, doğal afetlerden sonra pekçok insan, önemli kayıplarına rağmen, yaşamlarının bir anlamda daha olumlu bir yöne döndüğünü söylemektedirler. Pek çok insan, “neler çektik” diyerek, üstesinden gelebildiği zorlukları farkedebilmekte; kendi içinde gizli olan o dayanıklılığı, cesareti, problem çözme yeteneklerini görebilmektedir. Kendilerine yardımcı ve destek olmuş olan kişileri takdirle anmakta; daha derin ve daha anlamlı ilişkiler için şükretmektedirler.
Deprem gibi afetlerin yıldönümü yaklaşırken önemli bir geçiş dönemi ve değişim yaşarız: artık kendimizi bir kurban (mağdur) gibi değil, hayatta kalmayı başarabilen, gerçekten “sağ kalanlar” olarak algılayabiliriz. Bazılarımız, depremden sonra yeni ve daha derin dostlukların doğmuş olduğunu da farkedebiliriz.
“Bu deprem benden çok şey aldı götürdü; geçmişimden bir parçayı, hayatımın anlamını… Bütün bunları bir yıl içinde yeniden eski haline getirmek mümkün değil, biliyorum. Ama aynı deprem, başka şeylere de yol açtı. Hayatıma, bu güne kadar nasıl yaşamış olduğuma dönüp bakmama neden oldu. Neleri düzeltmem gerektiğini görmemi sağladı. Benim için bir dönüm noktası oldu” diyen kişilerin sayısı hiç de az değildir.
Yıldönümü sayesinde ortaya çıkan bu, “geriye dönüp, her şeyi yeniden gözden geçirme fırsatı”, iyileşme ve toparlanma sürecinde gerçekten bir dönüm noktası olabilmektedir. Ne kadar yol katettiğimizi, ne tür badireleri atlatabildiğimizi görmemizi sağlar. Kendi içimize dönüp bakmamıza, cesaretimizi, direncimizi, dayanıklılığımızı ve gücümüzü görmemize aracı olur. Hem kendimizi hem de bizimle birlikte bu badireyi atlatanları kutlamamız için bir fırsattır. Aynı zamanda da dışarıya dönüp, bu iyileşme sürecinde bizlere destek olanların değerini bilmek, ileriye bakıp yapabileceklerimizi hayal etmek için de bir dönüm noktasıdır.
17 Ağustos 2000, büyük Marmara depreminin ilk yıldönümü. Bu yıldönümünde kaçınılmaz olarak medya bu konuyu yeniden ele alacaktır. Konuyu işlemek için de deprem görüntülerini ve deprem öykülerini yeniden gündeme getirecektir. Bu sırada hepimizin depremle, kayıplarımızla ilgili duygularımız ve psikolojik tepkilerimiz yeniden alevlenebilecektir. Bunları bilip, çocuklarımızın da benzer şeyleri yaşayacağını unutmayalım. Eğer mümkünse çocuklarımızı bu tür programlara maruz bırakma konusunda sınırlamalar getirelim. Eğer bunu yapamıyorsak, programı birlikte izleyip, yaşadığımız duyguları onunla paylaşalım, onun da yaşayabileceği duyguları bizimle konuşmasına, paylaşmasına yardımcı olalım.
Hangi yaşta olurlarsa olsunlar, bu büyük olayın yıldönümünde yaşayacağımız, son derece normal ve beklenen bu psikolojik değişikliklerin nedenini bilmezlerse, çocuklarımızın kafaları karışabilir. Onlara bakacak birinin herzaman olacağını; en azından “bugün” “burada” hepimizin emniyette olduğunu bizlerden duymaya bu gün, her zamankinden daha fazla ihtiyaçları olacaktır.
UNUTMAYALIM Kİ çocuklarımız da kaybı yaşayan ailemizin bir parçasıdır. Böylesi bir günde yaşadığımız duyguları, onları üzmemek adına onlarla yaşlarına uygun bir şekilde paylaşmazsak, bu davranışımız onların bize olan güveninin sarsılmasına yol açar. Ailesine güveni sarsılmış bir çocuğun ise kendini güvende hissetmesi çok zordur. Bu tür yıldönümlerinde katılacağımız çeşitli törenler, aile içi toplantılar, gerçekleştireceğimiz kabristan ziyaretleri, anne baba olarak bizlerin olduğu kadar, çocuklarımızın da olayları kavramasına, kayıpların neden olduğu üzüntü, keder, korku gibi duygularını anlamalarına ve üstesinden gelmelerine yardımcı olacaktır.
Afet yıldönümlerinde ortaya çıkabilecek duygu ve davranışlarımızdan korkmayalım, utanmayalım ve rahatsız olmayalım. 17 Ağustos yıldönümümüzü yakınlarımızla nasıl geçireceğimizi planlayalım. Anılarımız hakkında konuşalım. Ama sadece anıları değil, afetle ilgili şimdiki dugularımızı, düşüncelerimizi ve kaygılarımızı da paylaşalım. Bu da yetmez. Mutlaka, daha önce başımıza değil aklımıza bile gelmeyen zorluklarla bütün bir yıl nasıl mücadele edip, ayakta kalabildiğimizi hatırlayalım, kendimizi ve birbirimizi kutlayalım. Geleceğe yönelik daha olumlu bir bakış açısı geliştirelim.
18 Aralık 2007 Salı
Afet Yıldönümleri ve Psikolojik Tepkilerimiz
Gönderen admin zaman: 15:31
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder