25 Aralık 2007 Salı

CHLORELLA

Chlorella, yapılan araştırmalar sonucunda, karaciğer üzerinde olumlu pek çok etki taşıdığı tespit edilen bir mikroalg. Kan kolesterolü ve trigliseritlerin düzeylerini düşürür. Çinli bilim adamlarının yaptığı çalışmalar, %5 ilaveli Chlorella kullanımı ile karaciğer, yetersiz - kötü beslenme ve zehirli maddelerin yarattığı hasarlardan korunabiliyor.

Chlorella ve Scenedesmus birlikte yenildiğinde, sindirim fonksiyonları ve atık boşaltım sistemi düzene giriyor.

Chlorella'nın, kolon sağlığını yükselten bakterilerden bir tanesi olan Lactobacillus bakterisinin büyümesini hızlandırdığı Japon bilim adamları tarafından kanıtlanmış durumda.

Ayrıca Chlorella'nın sert ve sellüloz yapıda olan zarı, kadmiyum, kurşunu, diğer ağır metalleri vücuttan dışarı atar. Klorofili, bağırsağın temiz tutulmasında önemli rol oynar.

Hasarlı dokuların onarımında, cilt, bağırsak, böbrek rahatsızlıkları, akciğer ve bronşlarla ilgili rahatsızlıkları düzenleyici özelliği olduğuna dair önemli bulgular bulunmaktadır.

Çeşitli kanıtlar Chlorella'nın, şeker hastaları için de tedavi edici özelliğini ortaya koyuyor. Kan şekerini düzeyini normal durumuna getirirken, düşük kan şekerini de düzenliyor.

Kan şekeri oranının belirli bir aralıkta olması, beyin, kalp, enerji metabolizmasını etkiliyor.



Chlorella mide tedavisinde, ülser iyileştirici olarak da kullanılıyor. Ürettiği "chlorellin" maddesi ile antibiyotik olarak, kanser tedavisinde beyaz kan hücresi sayısının azalmasını önlemek amacıyla, yaşlanma sürecini yavaşlatmak için, soğuk algınlından korunmak için, zarara uğramış genetik malzemenin onarılmasında ve bağışıklık sisteminin güçlenmesinde önemli rol oynar.

VİTAMİN NEDİR

VİTAMİN NEDİR ?

Vitaminler, sağlıklı yaşamın vazgeçilmez bir parçası olan organik bileşiklerdir. Vitamin Latince yaşam anlamına gelen “vita” sözcüğünden kaynaklanır. Vitaminler yağda ve suda eriyenler olarak iki gruba ayrılır .

YAĞDA ERİYEN VİTAMİNLER : A, D, E ve K vitaminleridir .

SUDA ERİYEN VİTAMİNLER : B grubu vitaminler ile C vitaminidir .

ÖNEMİ

A vitamini Enfeksiyonlara karşı direnci arttırır normal büyüme, üreme, kemik ve diş gelişimi, görme için gereklidir. Cildin tırnakların ve saçların sağlıklı kalmasını sağlar. Diş ve dişetleri için büyük önem taşır .


Kayısı,kuşkonmaz,

maydanoz,

ıspanak,

havuç,kereviz, marul, portakal, erik, domates


D vitamini İnce bağırsaklardan kalsiyumun emilmesine yardımcı olur, kalsiyumun kemiklerde ve dişlerde tutulmasını sağlar .


Balık yağı, balık, yumurta, tereyağı,

karaciğer, et, sebzeler, güneş


E vitamini Antioksidan etkilidir. Alzheimer hastalığının ilerlemesini yavaşlatıyor Yaşlı kişilerde bağışıklık sistemini güçlendirir. Hücrelerin daha uzun yaşamasını ve yenilenmesini sağlar .
[marul ile ilgili mağazamızdaki ürünleri görmek için tıklayabilirsiniz] marul1.jpg" width=179>

Buğday, tohumlu besinler, soya

fasulyesi yağı, arı sütü, ceviz,

marul, tere, kereviz, maydanoz,

ıspanak, lahana, mısır yağı,

mısır, yulaf ta


K vitamini Karaciğere gelen K vitamini burada üretilen bazı pıhtılaşma faktörlerinin yapımında rol alır. K vitamini takviyesi yalnızca kanamalı hastalarda verilir.
[yumurta ile ilgili mağazamızdaki ürünleri görmek için tıklayabilirsiniz] Yumurta.jpg" width=179>

Ispanak,kabak, marul, yeşil domates,

yeşil biber, inek sütü, peynir,

tereyağı, yumurta, kırmızı et,

pirinç, karaciğer, mısır, muz,

şeftali, çilek


B1 vitamini Kasların ve sinir sisteminin faaliyeti için gereklidir.Yetersizliğinde iştahsızlık, huzursuzluk, bellek zayıflığı ve dikkat azalması görülür.


Buğday, kepek, bira mayası, taze

sebze meyve, koyun eti, sığır

eti, balık eti, yumurta, süt






B2 vitamini Eksikliğinde dilde kızarma, yanma hissi, ağız çevresi ve dudaklarda kızarma, tahriş, çatlaklar, gözlerde kaşıntı, yanma hissi, katarakt oluşumu, saçların dökülmesi, çocuklarda büyüme yavaşlaması, kilo kaybı, sindirim sorunları oluşur .


Karaciğer, böbrek, buğday unu,

patates, et, süt, yumurta, peynir,

kepek, yeşil sebzeler, havuç,

fındık, yer fıstığı, mercimek


B3 vitamini Yetersiz beslenme sonucu deriyi sinir sistemini tutan pellegra adlı hastalık ortaya çıkar. Hücrelerin oksijeni kullanabilmeleri için gereklidir. Midede sindirimin temel taşları olan asitlerin üretimini sağlar.
[limon ile ilgili mağazamızdaki ürünleri görmek için tıklayabilirsiniz] limon.jpg" width=179>

Bira mayası, kepek, yer fıstığı,

sakatat, kırmızı et, balık, buğday,

baklagiller, un, yumurta, süt,

limon, kabak, incir, portakal,

hurma


B5 vitamini Doğada bol olduğu için eksikliğine rastlanmaz. Ayrıca bir miktar bağırsaklarda da yapılmaktadır. Eksikliği kan şekerinde düşme, ellerde titreme, kalp çarpıntıya neden olur .


Karaciğer, kırmızı et, tavuk,

yumurta,

ekmek, sebzeler


B6 vitamini Sinir sistemi ve hormonların çalışmasını düzenler.Vücudun savunmasında antikor ve akyuvar oluşumunda rol oynar. Eksikliğinde migren tipi baş ağrısı, kansızlık, ciltte kuruluk, görme problemleri, uyuşukluk, adale zayıflığı ve krampları oluşur .


Karaciğer, böbrek, kırmızı et, balık,

yumurta, ekmek, sebzeler




B11 vitamini Kırmızı kan hücreleri ve sinir dokularının oluşumunda aktif rol oynar. Hücre bölünmesi için gereklidir. Bu etkisi ile büyümeyi de sağlar. Anne karnındaki bebeğin sinir sisteminin gelişimi için de gereklidir. Eksikliğinde iştahsızlık, kilo kaybı, bulantı, kusma, ishal, baş ağrısı, unutkanlık, çarpıntı gibi bazı kalp sorunları oluşabilir .


Karaciğer, böbrek, kırmızı et,

ıspanak, marul, yumurta, ekmek,

portakal, muz




B12 vitamini Besinlerle veya sigara gibi alışkanlıklarla vücuda giren siyanürü etkisiz hale getirir. Eksikliğinde dilde hassasiyet, şişme, kızarma, hayal görme, depresyon, adalelerde kasılmalar, sinir iltihaplarına bağlı olarak el ve ayaklarda uyuşma, karıncalanma, yanma şikayetleri oluşur .


Karaciğer, yürek, böbrek, kırmızı et,

tavuk, balık, süt, peynir, yumurta




C vitamini Vücudumuz C vitaminini üretemez bitkiler ve bazı hayvanlar bu vitamini üretebilmektedir. Besinlerle alınan vitamin 2 saat içersinde kullanılır 4 saat sonunda kandan uzaklaşır. Yaraların iyileşmesini, damarların sağlıklı olmalarını sağlar.Vücudun savunma sistemini artırıcı etkisi vardır. Histamin yapımını azaltarak alerjik olayların şiddetini düşürür. Eksikliğinde diş eti kanamaları ve çekilmeleri olur.


Siyah üzüm, narenciye, çilek, kavun,

karpuz, yeşil biber, maydanoz,

brokoli, havuç, soğan, bezelye




Kaynak: http://www.bilkent.edu.tr/~bilheal/

KALORİ CETVELİ ve KALORİ HESABI

KALORİ CETVELİ

SÜT VE YUMURTA ÜRÜNLERİ
Ürün Adı: Miktarı (Gram): Kalori:

Temizle
yoğurt (yağlı) 100 gr 95



süt (yağlı) 100 gr 68

yoğurt (yağlı,meyveli) 100 gr 125
beyaz peynir (yağlı) 100 gr 275
kaşar peyniri (yağlı) 100 gr 413
parmesan peyniri (yağlı) 100 gr 440
yumurta 1 adet 80

Günlük Kalori ihtiyacınızı Öğrenmek İçin Tıklayabilirsiniz.
yumurta akı 1 adet 15
yumurta sarısı 1 adet 65

DENİZ ÜRÜNLERİ
Ürün Adı: Miktarı (Gram): Kalori:
midye 1 adet 9
istiridye 1 adet 6
karides 1 adet 144

Günlük Kalori ihtiyacınızı Öğrenmek İçin Tıklayabilirsiniz.
somon füme 100 gr 171
ton balığı 100 gr 121

SEBZELER
Ürün Adı: Miktarı (Gram): Kalori:
domates 1 adet 14

[biber ile ilgili mağazamızdaki ürünleri görmek için tıklayabilirsiniz] bibersivri.jpg" width=192 border=0>
enginar 1 adet 10
patlıcan 1 adet 28
taze fasulye 100 gr 90
brokoli 100 gr 35
brüksel lahanası 100 gr 35
kabak 100 gr 25
havuç 100 gr 35
karnabahar 100 gr 32
kereviz 100 gr 18
salatalık 1 adet 11
marul 100 gr 15
mantar 100 gr 14
soğan 100 gr 35
bezelye 100 gr 89
taze yeşil biber 120 gr 15
patates (haşlama) 100 gr 100

Günlük Kalori ihtiyacınızı Öğrenmek İçin Tıklayabilirsiniz.
ıspanak 100 gr 26
lahana 100 gr 20

TAHILLAR
Ürün Adı: Miktarı (Gram): Kalori:
1 dilim beyaz ekmek 28 gr 90

1 dilim kepekli ekmek 28 gr 60
1 dilim kızarmış ekmek 15 gr 35
1 adet kruasan 200 gr 200
bisküvi 100 gr 470
mercimek (kuru) 100 gr 314
arpa (kuru) 100 gr 367
bulgur (kuru) 100 gr 371
kuskus (kuru) 100 gr 367
mısır (kuru) 100 gr 342
buğday (kuru) 100 gr 364
susam 100 gr 589
makarna (kuru) 100 gr 339
makarna (haşlanmış) 100 gr 85

Günlük Kalori ihtiyacınızı Öğrenmek İçin Tıklayabilirsiniz.
pirinç (kuru) 100 gr 357
pirinç (haşlanmış) 100 gr 125

YAĞLAR
Ürün Adı: Miktarı (Gram): Kalori:
tereyağı 28 gr 206
margarin 28 gr 204
sıvı yağ 28 gr 130

ETLER
Ürün Adı: Miktarı (Gram): Kalori:
biftek (ızgara) 100 gr 278
tavuk (ızgara) 100 gr 132
tavuk göğsü (haşlanmış) 100 gr 150
kuzu (yağlı, ızgara) 100 gr 282
kuzu ciğeri (yağda) 100 gr 232

Günlük Kalori ihtiyacınızı Öğrenmek İçin Tıklayabilirsiniz.
salam 100 gr 446
sosis 100 gr 295

KURUYEMİŞLER
Ürün Adı: Miktarı (Gram): Kalori:
badem 100 gr 600
hindistancevizi 100 gr 603
fındık 100 gr 650
fıstık 100 gr 560
çam fıstığı 100 gr 600
ceviz 100 gr 549
patlamış mısır 100 gr 478

Günlük Kalori ihtiyacınızı Öğrenmek İçin Tıklayabilirsiniz.
üzüm 100 gr 57
çilek 100 gr 26

Orthorexia nervosa

Orthorexia nervosa

Orthorexia nervose(Anorixia nervosa dan geliyor: İştahsızlık, yunanca "ortho"=doğrudan, doğru)

İsveç besin birliğine göre, insanların sağlıklı beslenme konusunda takıntılarını saplantı boyutuna vardırdıkları yeni bir hastalık ortaya çıktı: Amerikalı Doktor Steven Bratman a göre ise sağlıklı beslenmeye abartılı önem verme sonucu oluşan bir hastalık kavramını tanımlıyor. Yakalananlar kendilerini sağlıklı beslenmek zorunda hissediyorlar. Beslenme, vitamin, küçük çaplı yiyecekler vb. alımının kesinlikle hesaplanarak yeterli olup olmayaZAYIFcağı konusu çerçevesinde zorunluluk haline dönüşüyor. Mesela yakalanan kimse-hasta, kendisi için sağlıklı öğle yemeğine oturarak, hala kendisindeki çinko, manganez eksikliğini hesaplar.Orthorexia nervosa. Sağlıklı beslenmeyi aşırı uçlara taşıyan orthorexia hastaları kendi beslenme kurallarını oluşturuyorlar ve kurallar gittikçe daha katı olmaya başlıyor. Bu kurallara uymak için gittikçe daha fazla zaman zaman harcıyor ve öğünlerini çoğu kez günler öncesinden planlamaya başlıyorlar. Evden uzakta olduklarında, içindeki yağlar ya da kimyasal maddelerden korktukları için her şeyi yiyemiyor ve kendi yiyeceklerini yanlarında götürüyorlar. Diyetlerine bağlı kalmak için büyük irade gösterdikleri gerektiğinden, kendilerini bu tür bir çaba içinde olmayan insanlardan daha erdemli ve üstün hissediyorlar. Sağlıklı beslenme yeminlerini bozup da "yasak" bir yiyeceğe yenik düşerlerse, kendilerini daha katı kurallarla yada yiyeceklerden uzak durarak cezalandırıyorlar. Tüm bunlar anorexia yada bulimia nervosa hastalarının davranışlarını andırıyor. Aradaki fark, anorexia ve bulimia nervosa hastaları tükettikleri yiyeceklerin miktarı konusunda saplantılıyken; orthorexia hastalarının nitelik üstünde durması. Tüm bu üç hastalığın da ortak yönü her şeyden önce, beslenmenin hayatta abartılı bir yer kaplamasıdır. Özellikle gelişmiş ülkelerde yaşayan insanlar, neyin "sağlıklı" neyin "sağlıksız" olduğu konusunda çelişkili bir bilgi bombardımanıyla yaşıyor yaşıyorlar. Gen aktarımlı tarım ürünleri tartışmaları ve organik besin hareketi de insanların beslenme konusundaki seçimlerini daha da karmaşık kılıyor. Araştırmacılara göre, "sağlıklı" ve "sağlıksız" besinlere bu kadar çok odaklanması sorunlu. Kimileriyse çağdaş batı toplumunda insanların yiyeceklerle gittikçe daha da nevrotikleşen bir ilişki kurduğuna işaret ediyorlar.

Üstünkörü bakıldığında, Orthorexia nervosa çoğunlukla çok masum başlıyor, yani red etme arzusu, kronik bir hastalıktan kurtulmak arzusu veya kötü beslenme alışkanlıklarını bertaraf etme arzusu gibi.Zamanla, her şeyden önce hangi gıdalardan hangi miktarda tüketmek gerektiği soruları ve itinasız (yanlış beslenmeden duyulan korku sürekli artar. En sonunda planlama, alışveriş, gıdaların hazırlanışı ve türü, Orthorexia nervosa nın bir yeme bozukluğu yaptığı bu tür insanlarda hayatı önem oluverir.



Kaynaklar:

Bilim Teknik Mayıs 2004

http://www.shiatsu-austria.at

http://www.shiatsu-austria.at

ÇİMLENDİRME

ÇİMLENDİRME

Taze ürün beklemek için baharı beklemeye gerek yok. Günlü gereksinimi karşılayacak kadar taze ürünü evde ufak çapta ve basit bir tarzda elde edebiliriz.

Her tohumda uyanmaya hazır bir enerji vardır. Tohumdaki enerjiyi aktif bir duruma getirmek için biraz su, biraz ısı, biraz da dikkat yeterlidir. Enerji kaynakları gittikçe azalmakta, soluduğumuz hava kirlemekte, yenen besinlerin değeri düşmekte. Bu olumsuz etkenler karşısında bedenin gereksinimini karşılayacak kadar yeni bir enerji kaynağı aramaya değer. Uzmanlara göre besinin değerini artırmanın en kısa yolu, bazı bitkileri çimlendirmektir. Vitaminler üzerindeki araştırmalarıyla tanınan Prof. Stepp, B1 vitaminin ensülin hücrelere ulaşmasını kolaylaştırarak şekeri düşürdüğünü ileri sürer. Her ne kadar açıklaması daha yapılmamışsa da, E vitaminin de benzer etkileri görülmüştür. Çimlendirilmiş buğday bu vitaminlerin özelliklerini bünyesinde topladığından, şeker hastalarına büyük yarar sağlayabilir. Günde 5-6 çorba kaşığı çimlendirilmiş buğday yiyen şeker hastalarının kan ve idrarında şekerin düştüğü görülür. Böylece kullanılan ensülin miktarı azaltılabilir. Kabızlıktan şikayetçi olanlara da salık verilir, çünkü kepeği bağırsakta bir "süpürge" vazifesini görür.

Eğer zihnen yorgunsanız, çocukların büyümesiyle ve gelişmesiyle ilgileniyorsanız, hamile iseniz, doğan çocuğunuzu emzirmek istiyorsanız, hastalıktan yeni kalkmışsanız çimlendirilmiş buğdayı unutmayın. Pek az besin maddesi çimlendirildiğinde böylesine değişebilir. Bu değişme aşağıdaki tabloda belirtilmiştir.


100 gram Fosfor Magnezyum Kalsiyum
Kuru Tohum 423 133 45
Çimlendirilmiş Tohum 1050 342 71
Beyaz Ekmek 86 0.5 14
Has Buğday Ekmeği 200 90 50
Yenmesi gereken normal günlük miktar 1-3 tatlı kaşığı dolusudur. Başlangıçta 2-3 hafta bu miktarı aşmamalı. Bu kür 2-3 ayda bir tekrarlanabilir. Bu besin çok enerji verdiğinden, gergin ve sinirli olanlar sakınmalıdır. Çimlendirilmiş buğdayı salataya, çorbaya, yemeklere, buğdaydan yapılmış bir bulamaca katarak yiyebilirsiniz. Çimlendirilmiş buğdayın yapımını öğrenmek için ekolojik yemek linkimizi tıklayabilirsiniz.

Kaynaklar: Bitkisel Protein ile Beslenme (Müheyya İzer)

BESLENME VE KANSER

BESLENME VE KANSER

Kanser anormal hücrelerin kontrolsüz bölünmesi ve çoğalması ile oluşan hastalıktır. Kanser, başlangıç yerinden vücudun diğer bölümlerine yayılabilir ve uygun şekilde tedavi edilmezse ölümcül olabilir .


Kanserin genel sebepleri:
Sigara % 30
Enfeksiyon hastalıkları % 10
Mesleki nedenler % 4
Alkol % 3
Çalışma yerinin tozlu ve pis oluşu % 2
Gıdalara konan katkı maddeleri % 1

Görüldüğü gibi dengesiz beslenme kansere yol açan başlıca etkenlerden biridir.

Yaşamımızın her alanında olduğu gibi beslenme alışkanlıklarımızda da doğaya dönüş söz konusudur. Tıp bir yandan hastalıkların tedavisinde yeni olanaklar araştırırken, öte yandan da sağlıklı bir yaşam sürdürme, hastalıkları önleme yolunda yoğun çalışmalar yapmaktadır. Bu alanda en yoğun çalışmalar beslenme üzerinde sürmektedir.Sağlıklı bir yaşam için bilim adamları gökkuşağındaki bütün renkleri içeren gıdaları yememizi öneriyor. Tıp dünyasının da yeşil ışık yaktığı kanserde alternatif tedavide kullanılan yöntemlerden biri olan bitkiler ve diğer faydaları aşağıda listelenmiştir.

SARIMSAK: Antibiyotik özelliğinden dolayı bağışıklık sistemini güçlendirir ve kanın akışkanlığını sağlayarak kolesterolü düşürür .Kanser, kalp ve dolaşım sistemi hastalıklarına karşı koruyucu etkisi de vardır.



DOMATES:Kanserden koruyucu , zihinsel ve bedensel yaşlanmayı yavaşlatıcı özelliğe sahiptir. C vitamini açısından da zengindir ve bağışıklık sistemini kuvvetlendirir. Lifli bir besin olması da bağırsak kanseri riskini azaltır.

Fotokimyasallar bakımından oldukça zengindir. Likopin diye isimlendirilen bir antioksidan sadece domateste var. Asitli bir sebze olması nedeni ile pişme sırasında

C vitaminini korumasına yardım eder. Domates olgunlaştıkça besin değeri artar.
ISPANAK: Kansere, kalp hastalıklarına, yüksek tansiyona karşı çok etkili bir sebzedir.
LAHANA: Meme ve rahim kanserine etkilidir. Vücutta biriken zehirli maddelerin atılmasını sağlar. Kanserli hücrelerin çoğalmasını önleyen karoten maddesini içerir. Kandaki şeker miktarını düşürür.

BROKOLİ: Kansere karşı koruyucu vitamin dolu bir sebzedir.Göğüs, kolon, ve mide kanserini önler. Betakaroten ve C vitamini ihtiva eder.Vitamin ve demir eksikliğini giderir. İçerdiği kalsiyum nedeniyle kemik erimesini önler.





KAYISI Hücrelere ve dokulara zarar veren moleküllerin etkisini ortadan kaldırarak kansere karşı koruyucu etki sağlar. Lifli olduğu için bağırsakları koruyucudur.



TAHILLAR: Arpa, mısır, buğday, yulaf gibi tahıllar B ve E vitamini, potasyum ve kalsiyum içerir. Kanserojen maddelerin vücuttan atılım sürelerini hızlandırırlar.

FASULYE: C vitamini ve betakaroten gibi kalp hastalığı ve kanseri önleyen antioksidanlar açısından zengindir.

HAVUÇ: Havuç tüketimi arttıkça kanser riskinin azaldığı ortaya konmuştur.Bunun temel nedeni betakaroten , C ve E vitaminleri gibi antioksidanlar açısından zengin oluşudur.

NOHUT: Yağ düzeyi düşük ve kolesterol içermeyen nohut kalsiyum, magnezyum, betakaroten, ve folik asit açısından zengindir. Göğüs kanserine karşı korur.





İncİr ile ilgili mağazamızdaki ürünleri görmek için tıklayabilirsiniz">İNCİR: Potasyum, demir ve kalsiyum içerir. Sindirim sistemine yardımcı olur ve modern tıp tarafından da kansere karşı koruyucu olarak önerilmektedir.

FINDIK: Kalp krizine karşı koruyucu olan E vitamini açısından zengin bir besindir. Her gün yenilen bir avuç fındık kansere ve kırışıklıklara karşı koruyucudur.

İçerdiği yağlar doymuştur. Yani sağlığa zararlı değildir. Kötü kolesterolü düşürüp iyi kolesterol seviyesini artırarak kalp hastalığını önler.Ceviz gibi türleri ellagic adı verilen bir tür asit içerir.Bu asit kanserli hücrelerin kendilerini öldürmeleri anlamına gelen apoptosis sürecini başlatır.Kanserin ve kalp hastalıklarının önlenmesinde önemli yer tutan E vitamininden de yüksek miktarda içerir.Her gün bir avuç yenmesi çok faydalıdır

ZEYTİNYAĞI: Kandaki kolesterol düzeyini dengede tutar. Antioksidan özelliği olan E vitamini açısından da zengindir. Bu sayede kalp krizi, felç, kanser ve erken yaşlanmaya karşı beyni koruyucu etkiye sahiptir.

SOĞAN: Bağışıklık sistemini güçlendirirİçerdiği allicin ve sülfür ile mide ve bağırsak kanserine karşı koruyucu etki sağlar.

ŞEFTALİ: Kansere ve kalp krizine karşı koruyucu olan betakaroten açısından da zengindir.Bir şeftali günlük C vitamini ihtiyacının %50 sini karşılar.





PİRİNÇ: E ve B vitaminleri açısından zengindir. Bağırsak kanserine karşı koruyucu, kolesterolü düşürücü ve kalp krizi riskini azaltıcı etkisi vardır.

Kansere yol açan gıda ve katkı maddeleri:

a. Katkı maddeleri: Bazı katkı maddeleri kansere zemin hazırlar. Bu nedenle, güvenilmeyen katı yağlar, meyve suları, çikolatalar yenmemelidir.

b. Tatlandırıcılar(sakkarin): Sakkarin, böbreklere zarar verdiği gibi, mesane kanserine de neden olmaktadır.

c. Küfler: Gıdalar üzerinde üreyen küfler “aflatoksin”denilen kanser yapıcı maddeyi meydana getirir.

[kahve ile ilgili mağazamızdaki ürünleri görmek için tıklayabilirsiniz] kahve.gif" width=68 align=right border=0>

d. Kahve: Kahve içenlerde içmeyenlere göre 2-3 misli fazla mesane ve pankreas kanseri ortaya çıkmaktadır.



e. Alkol: Alkolün neden olduğu kanserler ağız boşluğu kanseri, larenks, özefagus ve karaciğer kanserleridir.





f. Yiyecekler ve hazırlanış şekilleri: Fazla et yiyenlerde kalınbağırsak kanseri sık görülür. Proteinli gıdalar, 100 C üzerinde pişirildiklerinde kanser yapan maddeler oluşur.Aşırı ısıtılan yağlarda kızartılan yiyecekler kanser yapıcı olurlar. Kullanılan kızartma yağları tekrar tekrar kullanılmamalıdır.



g. Aşırı ilaç kullanımı

Amerikan kanser cemiyeti’nin beslenme önerileri:

Bitkisel kaynaklı yiyeceklere ağırlık verilmesi


*

Hergün 5 porsiyon veya daha fazla sebze ve meyve tüketilmesi



*

Ekmek, diğer tahıllar, makarna, pirinç, baklagiller gibi bitkisel kaynaklı yiyeceklerin günlük alınması





Özellikle hayvansal kaynaklı yağlı yiyeceklerden sakınma

*

Az yağlı yiyeceklerin seçilmesi






*

Et tüketiminin, özellikle yağlı et tüketiminin azaltılması




*

Fiziksel olarak aktif olmak.Sağlıklı kiloya ulaşmak ve korumak






*

Haftanın çoğu günü günde en az 30 dakika orta derecede aktif olmak






*

Roman; FONT-VARIANT: normal"> İdeal kiloda kalınması






*

Alkol kullanılıyorsa, alkol tüketiminin azaltılması




Kaynak: http://www.bilkent.edu.tr/~bilheal

MAKROBİYOTİK BESİN (Makro=Büyük,Bio=Hayat)

Makrobiyotik rejim bir perhiz veya beslenme yöntemi değildir, doğrudan doğruya doğa kurallarına uyarak beslenmedir. Bu beslenme tarzı zengin, yoksul herkes için elverişlidir.

Uzak Doğu'da milyonlarca insan Lao-Tse'nin, Son-Tse'nin, Konfüçyüs'ün, Buda'nın, Mahavira'nın ve bunlardan çok önce Hindistan'da tıpla uğraşanların makrobiyotik bilgilerine dayanarak mutlu ve sağlıklı yaşamayı başarmıştır. Ünlü Japon besin uzmanı G.Ohsawa (asıl adı:Niyoiti Sakirazawa) bu beslenme G.Ohsawa tarzını herkesçe uygulanabilecek bir biçime koymuştur. Bir bilimin yararlı, verimli ve pratik olabilmesi için, temel bir kurala dayanması zorunludur. Uzak Doğu'nun felsefe anlayışı, yaşam ve evren üzerindeki görüşleri temel bir yasaya dayanır.Bu temel yasa evrendeki her şeyi iki zıt sınıfa ayırır. Bir yandan birbirini tamamlayan, öte yandan birbirine tamamen zıt olan bu iki etkin güç (gece ile gündüz, kadınla erkek gibi) evrendeki her şeyi canlandırır, yıkar, üretir, yaratır. Bu iki zıt güç Yang ve Yin'dir.Yang olumlu merkezcildir. Yin ise olumsuz ve merkezkaçtır. Her şey bu iki güçten etkilenir. Evrende hiç bir salt Yin ya da salt Yang değildir. Örneğin A'ya göre B Yin olabilir, öte yandan C'ye göre B Yang olabilir. Yang merkezcil güç şu niteliklere sahiptir: Isı ve Işık verir, sıkıştırıcıdır, ağırlık vericidir, seslidir. Biçim olarak yassı alçak ve yataydır. Ağırdır. Bir şey ağır olduğu oranda Yang'dır, çünkü merkezcil gücün daha çok etkisi altındadır. Renk olarak,en sıcak renk Yang'dır.

Yin merkezkaç güç ise şu niteliklere sahiptir: Soğuktur, karanlıktır,sessizdir, genişleticidir, hacmi büyüktür, yükselmeye eğilimli ve hafiftir. Şekil olarak büyük, yüksek ve dikeydir. Hafif olduğu oranda Yin'dir. Renk olarak, en soğuk renk Yin'dir. Sahiptir, soğuktur, karanlıktır, sessizdir, genişleticidir, hacmi büyüktür, yükselmeye eğilimli ve hafiftir. Şekil olarak büyük, yüksek ve dikeydir. Hafif olduğu oranda Yin'dir. Renk olarak, en soğuk renk Yin'dir.

Bu ilkelere dayanarak evrende herşeyi Yin veYang diye ayırabiliriz. Hatta ışığı ve radyasyonu dalga uzunluklarına göre sınıflandırabiliriz. Dalgalar ne kadar uzunsa, o oranda Yang'dır; kızılötesi ışınlar gibi. Dalgalar ne kadar kısaysa o oranda Yin'dir; morötesi ışınlar gibi. Bu yönteme dayanarak hastalıklara yol açan etkenleri sıralayabiliriz.

Evrende her şeyin bir biçimi, rengi, kendisine özgü bir ağırlığı olduğuna göre, bu bilgiye dayanarak besinlerden hangisinin Yin, hangisinin Yang olduğunu anlayabiliriz. Biraz ayırt etmeye çalışalım: Hangi sebze veya meyve en çok Yin'dir? Kuşkusuz, mor renge en yakın olanlar: patlıcan, karaüzüm, kırmızılahana, patates(tohumu mor olduğundan ), kan portakalı, şeker(pancar ve şeker kamışının renginden dolayı) gibi. Bütün bunlar içten veya dıştan mavimtırak ve morumtırak. Bu besinlerin Yin olduğunu anlamak için bir hafta yalnız bu tür besin yemek yeter. Hafta sona erdiğinde insan çabuk üşür, soğuğa karşı direncini yitirir. Kırmızı ve sarı renkteki besinlerse Yang'dır; balık, et, yumurta, havuç, v.b.

Kaynak:

Müheyya İzer (Bitkisel Protein ile Dengeli Beslenme)

Beslenirken Güzelleşin

Beslenirken Güzelleşin

Pek çok kişi hareketsizlikten ve vücuduna gereken özeni gösterememekten yakınır. Gün içerisinde sürekli olarak zamanla yarışıldığı için, vakitten tasarruf etmek adına hızlı ve çabuk yemek, az uyumak, en kısa mesafeler için bile taşıt kullanmak hayatın ayrılmaz birer parçası oldu. Tüm gün hiç kıpırdamadan masa başında çalışmanın olumsuz etkileri bir yana, eski çağlarda insanların avlanırken ya da tarlada çalışırken yaptıkları doğal egzersizler bugün para ödeyerek jimnastik salonlarında yapılmaya çalışılıyor. Tabii bu kapalı atmosfer bir süre sonra sıkıntı verdiği için, bundan da vazgeçiliyor ve hareketsiz yaşantıya geri dönülüyor.

Hızlı beslenirken alınan yüksek kalorili gıdalar, işte böyle bir yaşantı içinde vücut tarafından yeterli miktarda yakılmadığı için de, şişmanlık problemi ile savaşılıyor. Üstelik sağlıksız beslenmenin dış görünüşe olan yansımaları sadece bununla da sınırlı değil! Cilt canlılığını, saçlar parlaklığını, gözler ışıltısını kaybediyor. Oysa ki doğru beslenip, gerekli besinleri alarak, kendinize doğal bir bakım uygulamanız, güzelliğinizi korumanız mümkün!..



Cilt



Cildin rengini melanin belirliyor. Mesela çiller, melaninin bazı bölgelerde yoğunlaşmasından kaynaklanıyor. Yine aynı şekilde havuç, şeftali, kayısı gibi gıdalarda bulunan betakaroten maddesi de cildin rengini etkiliyor.

İyi bir cilde sahip olmak için, oksijen, vitamin, mineral, gerekli yağlar, enerji ve protein sağlanması gerekiyor. Bunların eksikliği, cildin canlılığını yitirmesine ve sağlıksız görünmesine yol açıyor. Cildin nemli olmasını sağlayan yağ üretimi, hormonlar tarafından kontrol edilmesine rağmen, yediğiniz içtiğiniz şeylere dikkat ederek de daha güzel bir cilde sahip olabilirsiniz.

Somon ve onun gibi yağlı balıklar, cildin su tutma kapasitesini arttırarak yumuşak ve taze görünmesini sağlıyor. Nemli bir cilt daha diri oluyor ve kırışıkların oluşması gecikiyor.

Karpuz, yeşil, sarı, kırmızı iri dolmalık biberler (paprika), yeşillik ve salatalık, cilde nem kazandırıyor. Ayrıca, hafif çizgilerin azalmasına yardım ediyor.



Portakal, kivi, ıspanak, tatlı patates ve biber, cildin darbelere karşı daha dayanıklı olmasını sağlıyor. Güneşe karşı dayanıklılık, cilde elastikiyet ve gençlik kazandırıyor.

Kabuklu deniz mahsulleri, ayçekirdeği, tam buğday ekmeği, güneş ışınlarının yaşlandırıcı etkisini azaltıyor. Cildin en üst tabakasının su tutmasına yarayarak, alt tabakaların nemli kalmasına yardımcı oluyor. Böylece cilt kurumuyor.

Soyalı ürünler cildin incelmesini ve kurumasını yavaşlatarak, yaşlanmayı geciktiriyor. Cildin kendini yenilemesine yardımcı oluyor.

Papatya çayı, yeşil salata ve muz, cildin kendini yenilemesine ve cildin yaşlanma sürecini yavaşlatmaya yarıyor. Cilde parlaklık ve canlılık kazandırıyor. Göz altındaki halkalar ile ciltteki çizgileri azalması da, diğer yararları arasında sayılabilir.

Süt ve süt ürünlerinin içindeki kalsiyum, ciltteki hücrelerin sürekli olarak kendilerini yenilemesini sağlıyor. Ciltteki su oranını dengeliyor dolayısı ile canlı bir cilde sahip olmaya yardımcı oluyor.

Tam buğday ekmeği, kepekli makarna, yulaf ekmeği ise antioksidan deposu olarak cilde pembelik kazandırıyor ve gençleşmesine yarıyor.

Diet lifli makarnalar cilde enerji sağlarken, cilt bu enerji sayesinde kendi bakımını yapabiliyor. Ayrıca ciltteki yağ üretimini dengeliyor.

Havuç, ıspanak, kayısı ve şeftali ise cildi ultraviyole ışınlarından koruyor. Güneş ışınlarından zarar görmüş cildin kendini toplamasına yardımcı oluyor. Fazla güneşte kalmanın neden olacağı kırışıklık riskini azaltıyor.

Çilek, portakal, kivi ve ıspanak, cilde elastikiyet ve dirilik sağlayan kolajen ve elastin yapısını koruyor. Özellikle çilek, sigaranın cilde verdiği zararlara karşı korunma mekanizması oluşturuyor.

İnsan vücudu 1,5-2 metrekare deri ile kaplıdır ve bu yaklaşık 4 kg ağırlığındadır.

Saç

Saçlar, güzelliğin ayrılmaz birer parçasıdır. Ancak saç estetik yönünün yanı sıra, kafayı güneş ışınlarından korumaya ve vücut ısısını dengede tutmaya yarıyor. Saçın bu görevlerini görebilmesi ve güzelliğe katkıda bulunabilmesi için, bakımına ve sağıklı olmasına dikkat etmek gerekiyor. Saç uçlarının kırılması, saç dökülmesi, saçların cansız görünmesi ve kepek bir çok insan için büyük bir sorundur. Sağlıklı beslenme ile bu sorunlara da çare bulmak mümkün!

Hamsi, sardalye, hindi, kırmızı et, saç köklerinin beslenmesine yardımcı olarak dökülmeyi azaltıyor. Kafa derisinin yağ oranını dengeleyip, kurumayı ve kepeklenmeyi önlüyor.

Fıstık, badem , ayçiçeği, yengeç ise saçın rengini korumasını sağlayıp, saça elastikiyet kazandırarak, kırılmaları azaltıyor.

Baklagiller, ceviz, yengeç ve ciğer, saçın rengini ve nemini muhafaza etmesine yardımcı olur. Özellikle ceviz, saçın kuvvetli, hacimli olarak büyümesini sağlıyor.

Kabak çekirdeği ve ton balığı, saçın nem dengesini sağlıyor. Böylece saç ne çok yağlı ne de kuru oluyor. Ayrıca saçın sağlıklı olarak maksimum hızda uzamasına da yardımcı olurken, kırılmalara karşı koruyan keratin maddesinin üretimini artırıyor.

Portakal, biber, havuç, kafa derisinin sağlıklı olmasını sağlayarak, güneş ışınlarına karşı korunma sağlıyor.

Saç telinin sıcak iklimlerde daha çabuk uzadığını biliyor muydunuz?

Eğer günde 100 telden fazla saçınız dökülüyorsa, saçlarınızda bir problem olabilir.

Göz

Şüphesiz ki yüzün en etkileyici bölümüdür gözler. Fakat günümüzün yaşam koşullarında gözlerin çok sağlıklı ve parlak görünmesi de bir hayli zor gibi değil mi? Hatta belki makyaj yapmak bile bu yorgunluğu saklayamıyabilir. Fakat bunun da çözümü yine sizde!

Kayısı, havuç, mango, şeftali, yumurta ve ciğer, göz yüzeyinin nemli kalmasını sağlayarak, göze giren yabancı maddelerden arındırıyor. Göz kapaklarını besleyerek, göz kızarıklığını ve iltihaplanma riskini azaltıyor, güneş ışınlarına karşı korunma sağlıyor.

Kiraz, üzüm, çilek, yeşil çay ise uzun çalışma saatleri nedeniyle oluşan gözlerdeki gerginliği azaltıyor. Gözdeki kan damarlarını besleyerek, gözlerin canlı ve parlak olmasını sağlıyor. İleride katarakt olma riski de, yine bu meyveleri tüketerek azaltılabiliyor.

Sarı dolmalık biber, muz, mandalina, portakal ve üzüm, retinayı koruyor. Aynı zamanda göz etrafında oluşan ince çizgileri azaltıyor.

Ayçiçeği, susam, avokado, fındık ve badem , göz kapaklarını besleyerek, gözlerin şiş veya kırmızı görünmesini engelliyor. Gözlere kan oturmasını önlemesinin yanı sıra, göz ağrılarını azaltıyor.

Sarımsak, pırasa, çilek, yeşil çay, gözün bağışıklık sistemini kuvvetlendiriyor. Gözde arpacık çıkma riskini azaltırken, göz ağrısına, sulanmasına ve kızarmasına engel oluyor.

Kepekli makarna, tam buğday ekmeği, gözdeki damarları koruyor. Ayrıca vücudun stresle daha kolay baş etmesine yardımcı olarak, göz etrafında oluşabilecek çizgileri azaltıyor.

Kiraz, üzüm, portakal, yeşil çay, uzun çalışma nedeniyle oluşan gözlerdeki gerginliği azaltıyor.

Papatya çayı, süt, yoğurt, muz, göz etrafında oluşan halkalara ve göz torbalarına iyi geliyor. Göz ağrılarını ve kızarıklıklarını ayrıca çizgilerin oluşumunu azaltıyor.

Gece görmeyi sağlayan maddenin havuç, şeftali gibi besinlerde bulunan betakaroten olduğunu duymuş muydunuz?

Bir de yemek yese

Bir de yemek yese

Genelde tüm annelerin şikayet ettiği konuların başında gelir çocuğunun yemek yememesi. Otoriter bir sesle çocuğun önündeki tabağı bitirmeye zorlamak ya da anlayışlı ve sevecen davranmak; bunların hiç birisi, "yemek" söz konusu olduğu zaman çocuğunuzun üzerinde etkili olmayabilir. Küçük yaşlarda elde edilen beslenme alışkanlıklarının onun ilerki yaşlarında vücut yapısı ve sağlığı üzerinde etkili olacağını düşünürsek, bu durumu ciddiye almanız elbette ki kaçınılmaz. Fakat klasik yöntemleri uygulayarak çocuğunuz üzerinde baskı kurmak yerine, yemek yemeyi sevmesi hatta bundan keyif alması için küçük hilelere başvurabilirsiniz.



Yemekleri tabağa azar azar koyarak, çocuğunuzu önündeki tepeleme tabağı bitirmek stresinden arındırmalı, daha fazla istemesine fırsat tanımalısınız. Böylece çocuk, kontrolün kendi elinde olduğu hissine kapılır.

Genellikle canlı renkler çocukların ilgisini çeker. Bu nedenle yemekleri renklendirmekte, sebzeleri rengi canlı kalacak şekilde pişirmekte fayda vardır. Sebzeler pişirilirken az miktarda limon suyu ya da sirke eklemek, renklerinin daha güzel görünmesini sağlayabilir. Ayrıca desenli, renkli tabaklarda yapılan servis de, çocuğun ilgisini masada tutmak ve iştahını arttırmak açısından yararlıdır.

SAĞLIKLI YEMEK PİŞİRMEK

Ünlü besin uzmanlarına göre yemek pişirmek için gereken ideal tencere

daha halka sunulmamıştır. Çünkü her tencere tipinin kendine özgü sakıncaları

vardır. Gene bu otoritelere göre, ideal tencere pişmekte olan yemeği madenle

temas ettirmeyen tenceredir. Çünkü yemek dibini az da tutsa bu yanık kısmı temizlemek

için tel veya benzeri bir maddeyle tencerenin dibini ovmak gerekir. Bu işlem ise madenin

çizilmesine, zedelenmesine neden olur. Cinsi ne olursa olsun, zedelenen madenden

zamanla mikroskobik maden parçacıkları koparak pişen yemeğe karışacaktır.

Paslanmaz Çelik : İnce paslanmaz çelikten yapılan tencereler yemeğin

(çorba gibi sulu yemekler hariç) kolayca yanmasına neden olur. Bu tencerelerin

bileşiminde genellikle % 8 nikel, % 18 krom bulunur. Bazı kaynaklara göre bu madenler

yemeğe sızabilir. Gene aynı kaynaklara göre, paslanmaz çelik tencereler alüminyum tencerelerden

daha zararlıdır. Bu tencereler, sağlığa zararlı olmamaları için, tel veya benzeri maddelerle ovulmamalıdır.


Teflon : Bu maddeyle ilgili deneyler yakın zamanda Du Pont Company laboratuvarlarında yapılmıştır.

Teflon ateşe dayanıklıdır, yanmaz, rutubetten etkilenmez, yemeği bozmaz. Ancak bir sakıncası vardır:

Çizilmeye veya sıyrılmaya dayanmaz. Çizilince teflonun kimyasal maddesi politetrafluoroetilen veya TFE)

ve altındaki maden yemeğe karışabilir. Teflon tencereyle tahta kaşık kullanmalı.


Alüminyum : Bu madde ısıyı geçirdiğinden ve ucuz olduğundan çeşitli mutfak araçlarının yapımında

kullanılır. Alüminyum tencereden dibi tutunca paslanmaz çelikteki sakıncalar ortaya çıkar. Alüminyum tencereleri

oksidasyona karşı korumak için üzerlerine alümin adlı bir madde sürülür. Bu madde alüminyumu korursa da

tencerenin içindeki yiyeceği korumaz. Tıp literatüründe alüminden zehirlenme vakaları kaydedilmiştir.

Alüminin kansere yol açtığı da söylenir. Bu tür kapların içinde yiyecek piştiğinde veya yiyecek bırakıldığında

insanı düşündüren renkler oluşur :

— Elma koyu yeşile dönüşür. kiraz pişirilip 12 saat bırakılırsa kabın içindeki küçük deliklerin çoğaldığı görülür.

— Suda pişen sebzeler suyunu tamamen çekince dipte beyaz bir tabaka oluşur.

— Kahve birkaç saat sonra acımtırak bir tat alır.

— Yumurta akı yeşile çalar.

— Süt mavimtırak bir renk alır. Eğer kap eskiyse kaynayan sütün üzerinde alüminyum parçacıklarının ince bir toz

tabakası gibi yüzdüğü görülür.

— çay duruluğunu yitirir.



İnsan sağlığı için bir miktar alüminyum gerekliyse de, fazlası zararlıdır. Sonuç olarak yiyecekleri alüminyum kaplarda

bırakmamalı; daha iyisi alüminyum kap kullanmamalı, özellikle kap eskimişse.


Bakır: Isıyı dağıtan bir madendir. Bakır tencerelerin kullanılmasında bir sakınca yoktur, yeter ki bakırı yeşil renge

dönüşmesin. Kalayı yer yer gitmiş bir bakır tencerede yemek pişirmenin bir sakıncası olmayabilir; yeter ki pişen

yemek hemen tencereden boşaltısın. İnsanı zehirleyen, yemeğin bir süre tencerede kalması, yani bakırla temas etmesidir;

özellikle yemekte limon varsa.

(Fransız reçel kitapları en iyi reçelin kalaysız bakır tencerede yapıldığından söz eder; kalay reçelin rengini ve çeşnisini bozar.)


Düdüklü tencere : Bunlarda ısı 110 dereceyi bulduğundan, sebzelerin bir çok özellikleri yok olur.

Diastaslar 45-75, C vitamini 60, A vitamini 90, B ve D vitaminleri 110 derecede yansızlaşır. Düdüklü tencere ancak bir yardımcı

olmalı, ya da acele yemek yapmak zorunda kalınca kullanılmalı. Yardımcı olarak kullanıldığında, geceden ıslatılan

kuru sebze (fasulye, nohut v.b.) düdüklüde bir iki taşım kaynadıktan sonra ateş kesilir ve tencere soğumaya bırakılır.

Tencere soğuduğunda içindeki besin maddesi yumuşamıştır. Düdüklüden çıkarılan yiyeceğin pişmesi başka bir

tencerede tamamlanır.


Toprak çömlekler : Bazı aşçılar yemekleri sırsız çömlekte fırınlamayı yeğlerler. Bu tür çömleklerin toprağında

herhangi bir zehir bulunmadığından emin olmalı. Sırlı çömleklere gelince: Bunlar genellikle pişmiş yemeğin servisinde

kullanılır. Eğer içinde yemek pişecekse veya fırınlanacaksa, çömleğe sürülen sırrın kurşunsuz olduğundan emin olmalı.

Kurşun asitle temas edince besine kolayca nüfuz eder ve zehirlenmeye neden olabilir.


Ateşe dayanıklı cam çanaklar : Bunların sakıncaları çabuk kırılması, ateşi iyi dağıtmaması, aşırı yakıt harcaması

ve yiyeceğin yüzeyini iyi pişirmemesidir. Ateşin iyi dağılmaması ve pişme süresinin uzun olması besinlerdeki

B2 vitaminini yansızlaştırır.


Maden üzerine emaye kaplar : Ateşe konan tencerelerin en sağlıklısıdır. Emayenin yüzeyi çatlak değilse

yemek sağlıklıdır. Çatlak yüzeyli emayede, öbür maden tencerelerde olduğu gibi, emayenin altındaki maden

yemeğe sızabilir. Emaye ince bir madenin yüzeyini kaplıyorsa, bu tür tencerenin ömrü uzun olmaz. Bu nedenle

kalın bir maden üzerine kaplı emayeleri tercih etmekte fayda var.


Amyant : Ateşin hızını kısmak için tencerenin altına konan bu maddenin üzerinde kesinlikle ekmek kızartılmamalıdır.

Kızarmakta olan ekmeğin üzerine yapışan en küçük bir amyant parçası bünyede, özellikle akciğerde büyüktahribat yapar.

Demir döküm ve demir döküm üzerine emaye kaplar : Yemek pişirmede belki de en iyi sonuç

demir döküm emaye tencerelerde alınır. Tencerenin dibi ve kendisi kalın olduğundan, emayın çatlaması ve yemeğin dibini

tutması olasılığı azdır. Demir ısıyı çok iyi geçiren bir madendir. Bir sakıncası vardır, o da ağır olmasıdır.

Demir pişen yemeğe sızar mı? Sızsa da önemi yoktur, çünkü demir zehirli değildir.

MEYVE VE SEBZE SULARI

MEYVE VE SEBZE SULARI

Kimisi berrak, kimisi bulanık, kimisi tatlı, kimisi buruk olan bu suların

tadından vazgeçmek mümkün değildir.

İçinde koruyucu ve katkı maddesi olmayan sulardan bahsediyoruz tabii. En iyisi evde yapmak.

Meyve ve sebze suları asit olmalarına karşın, bedende asit yapmaz; tersine kanı alkaliye

dönüştürerek temizler, kolesterol miktarını düşürür ve insanı gençleştirir. Bu şifalı

sular aynı zamanda besleyicidir. İçlerinde birçok madensel tuz vardır.



Çiğ sebze ve meyve sularının özellikleri üzerinde durmamız yararlı olur. Bu

konuda uzmanlaşmış olan Dr. N.W. Walker'a göre, çağımız insanları yeterince

çiğ besin alamamaktadır. "Sebzeler pişince besin değerini önemli ölçüde kaybeder. "

Bu yüzden çağımız insanlarını birçok dejeneratif hastalık (mide asiditesi, mide ülseri, romatizma,

gut, arterit, kabızlık, kolit, safra kesesi hastalıkları, v.b.) beklemektedir.

Dr. N.W. Walker'in bu ilginç görüşünü biraz açıklayalım:



Bedeni besleyen ve bedene hayat dolu enerji veren enzimlerdir. Bunlar ısıya

karşı çok duyarlı olduklarından, +40°C'ta ölürler. Enzimler bitkilerdeki elle

tutulamayan, manyetik, kozmik enerjinin özüdür. Bu öz insan bedeninin her

atomunu etkiler. Enzimler kimyasal olayları etkileyen karmaşık maddelerdir.

Besinimizi sindirmemizi ve onu kanımıza mal etmemizi sağlarlar.

Bu gerçeği kabul ettikten sonra çiğ sebze ve meyve sularını neden pişmiş

besine yeğlemek gerektiğini anlamamız kolaylaşır. Bitkiler çiğ yendiğinde, hücrelerin

ve dokuların bunlardan yararlanabilmesi için birkaç saatlik bir sindirim gereklidir.

Çiğ besinin lifinde besleyici nitelikler yoktur. Lifler bağırsakta bir «süpürge» işi görür

ve bağırsağın boşalmasın) kolaylaştırır. Bu yüzden az miktarda posasından (lifinden)

ayrılmamış meyve, sebze de yemeli. Posasından ayrılmış çiğ sebze ve meyve suları

ise sindirim sistemini yormaz, bağırsaklara aşırı yük yüklemez ve beden tarafından

birkaç dakika denecek kadar kısa bir zamanda sindirilir. Meyve suları bedenin

«temizleyicisi», sebze suları ise «yapıcısı» ve «yenileyicisi» dir. Bedenin gereksindiği

amino asitler, mineraller, tuzlar, enzimler ve vitaminler bu sularda bulunur; yeter ki bunlar

olgun bitkilerden taze sıkılmış ye içine herhangi bir koruyucu madde katılmamış olsun,

Posasından ayrılmadan yenen çiğ meyve ve sebze 3-5 saat içinde sindirilir.

Bu arada besleyici yanının büyük bir kısmı sindirim organları tarafından yakıt

olarak kullanılır. Ancak çok az bir miktarı hücrelerle dokuların yenilenmesine yarar.

Çiğ sebze ve meyve suları ise 10-15 dakika içinde sindirildiğinden, yararın nerede

ise tamamı hücrelerle dokuların yenilenmesine yarar.



Öte yandan, bilindiği gibi, böcek ve haşereden korumak için bitkilere toksini bol

kimyasal maddeler püskürtülmektedir. Dr. N.W. Walker'a göre, her ne

kadar bu bitkileri kullanmak sağlığa zararlıysa da, toksinlerle zehirler bitkinin

yalnız liflerinde toplanmaktadır. Bitkinin atomları, molekülleri ve enzimleri ise

bu olumsuz maddelere karşı «alerjik» olduklarından, bunlardan etkilenmemektedir.

Toksinleri ve zehirli maddeleri kendinde toplayan lifleri kullanmadan

bitkilerden yararlanmanın en kestirme yolu, bitkilerin suyunu çıkarıp bunu içmektir.

Ancak, bu suyu çıkarmak için özel bir alet gerekir. Katı meyve sıkacağı ile istediğimiz

sonucu elde edebiliriz.

Bu canlı, şifalı suları ne miktar içmeli? Dr. Walker'a göre, az miktardan

başlayarak (başlangıçta gerekirse biraz sulandırarak) zamanla miktarı çoğaltmalıdır.

Günde 2 bardağa kadar çıkabilir. Sağlık kurallarına uygun biçimde

sıkılan sebze ve meyve sularını içmek bedenimizin yoksun olduğu elementleri

karşılar, bedenin yenilenmesine büyük katkıda bulunur.

Birçok insan meyve ve sebze suyunu sindiremediğini söyleyebilir. Bunun başlıca nedeni

bu suların yemek sırasında veya yemekten hemen sonra içilmesidir.

Meyve - sebze suları yemeklerden 1/2 saat önce veya sabahları aç karnına

içilirse gaz veya şişkinlik yapmaz. Gece yatmadan önce içilmeleri önerilmez.

Çünkü bu sular güçlendirici olduğundan, uykuyu engelleyebilir. Ayrıca

gece yatmadan fazla sıvı içmek de doğru değildir; çünkü fazla sıvı insana şişkinlik

vererek uykusunu kaçırır.

İster sebze, ister meyve suyu olsun, içki içer gibi yudumlayarak, ağızda tükürükle iyice karıştırarak,

her bir yudumun tadını alarak içilmeli. Bu sağlık verici içkiye bedeni alıştırmak için, içine bir miktar

su katılabilir. Prof. Boulet ve Dr. Muller karaciğerinden yanlara meyve suyu

kürünü, özellikle de üzüm suyu kürünü önerirler. Bu kür doktor gözetimi altında yapılmalı ve

kür süresince katı besin alınmamalıdır.

İçki içmeyenlere aperatif olarak meyve suları ikram edilebilir. Meyvelerdeki şeker bildiğimiz

beyaz şeker gibi karaciğeri yormaz ve bünyeyi yıpratmaz.

Tersine, bedenden eksilen mineralleri, vitaminleri tamamlar. Tüm meyve ve

sebze suları taze meyveden veya sebzeden sıkılmış olmalı; hazırlanmış, bekletilmiş veya

şişelenmiş olmamalıdır. Taze suları en geç yarım saat içinde içmek gerekir.

Tarihin Ünlü Vejetaryenleri

Tarihin Ünlü Vejetaryenleri



Buda, Kyros, Zerdüşt, eski Yunan çağında Hesiodos, Orpheus, Homeros, Pythagoras ve müritleri,

Empedokles, Leonidas, Plutarkhos, Platon, Sokrates, Epikuros, Zenon, Diogenes, Demokritos,

Voltaire
1694 - 1778

Aiskhylos, Euripides. Roma çağında Kral Numa, Cincinnatus, Seneca, Marcus-Aurelius, Lucanus,

Virgilius, Ovidius, Horatius, İmparator Julianus, filozof Porphyrios ve

Protocius'tur. Daha sonraki çağlarda Leonardo da Vinci, Gassendi, Newton,

Bossuet, Fenelon, Voltaire, John Ray'i sayabiliriz.

19. yüzyıldan sonra vejetaryenlerin sayısı artmaktadır; J.A. Gleizes, Anquetil-Duperron, Lord Byron, Richard

Wagner, Michelet, Lamartine, Leo Tolstoy, Ghandi, George Bernard Shaw, Pr. Dr. Dujardin-Beaumetz,

Dr. Anna Kingsford, Dr. Hurreau de Villeneuve, Dr. Bonnejoy, Pr. Raoux, Dr. Paul Carton, Dr. Möller, Dr. Riedlin, Dr. Pfleiderer,

Dr. Chittenden, Dr. Haig, Dr. Erwin Hof...



Vejetaryenliğin başlıca nedenleri

Sanayileşmiş ülkelerde bugün gençlerin vejetaryen beslenmeye yöneldikleri görülüyor.

Nedenleri;

1) Her canlıya karşı saygı : Barışa inanç ve yaşayan her türlü canlıya

karşı acıma duygusu yalnız insanlara değil, hayvanlara da yönelik olmalıdır.

2) Et pahalıdır : Sınırlı bir bütçe etten besinini alamaz, oysa insan aynı

dar bütçeyle vejetaryen beslenme yoluyla sağlığını rahatça koruyabilir

3) Hayvan etleri ilaçlıdır: Etlerin eskisi gibi lezzetli olmayışının nedeni

hayvanlara verilen antibiyotikler, hormonlar, v.b. gibi ilaçlardır.

4) Ruhsal açıdan : Vejetaryen olmak bazı doğu ülkelerinin başlıca ilkelerindendir.

Çoğu genç vejetaryenler etsiz besinle daha huzurlu olduklarım ileri sürüyorlar.



Vejetaryen olmak et yemeden gelişigüzel beslenmek anlamına gelmiyor tabii ki.

Vejetaryenlerin sağlıklarını korumaları için beyaz undan yapılmış kekleri, tatlıları

ve benzeri besinlerden uzak durmaları daha önemli. Bu tür besinlerde protein, vitamin ve mineraller düşük,

gereksiz kaloriler ise boldur.

Sanayileşmiş ülkelerde akdarı, arpa, yulaf , burçak, mısır gibi tahıllar vejetaryenlerin ilgi gösterdikleri besinlerdir.

Çimlendirilmiş buğday, kabak çekirdeği, ayçiçeği, kavrulmuş fıstık, mısır ekmeği, kızıl pirinç (Kabuklu pirinç)

gibi besinler ise bol miktarda protein sağladıklarından, hem et yiyenler, hem vejetaryenler tarafından aranmaktadır.



B12 vitamini bitkisel besinlerde azdır bu nedenle bu vitaminden yararlanmak için çimlendirilmiş buğday ve

soya fasulyesi yemeyi ihmal etmemeli. Ancak unutmamalı ki insanın besin tarzını belirleyen daima iklimdir.

Örneğin Eskimolar vejetaryen olamazlar. Çünkü iklim soğuk olduğundan beden ısılarını korumak için yağlı

ete gereksinimleri vardır. Ülkemizin bol güneşi ise böyle bir beslenmeyi gerektirmez.

Ülkemiz vejetaryen olmaya elverişli bir iklime sahiptir.

Vejetaryenleri üç gruba ayırabiliriz

1) Veganlar ya da Vejetalyenler: Bu grup hayvansal bütün ürünleri yemez. Yalnız bitkisel besinle beslenir.

Bu tür vejetaryenlere göre hayvanın sütü yavrusunundur, insanın bu sütü kullanmaya hakkı yoktur.

2) Lakto - Vejetaryenler: Hayvanın ürününden yararlanır, ancak yumurta yemezler.

Çünkü yumurta oluşacak bir hayatın tohumunu taşımaktadır.

3) Ovo - Lakto - Vejetaryenler : Bu gruptakiler besinlerine hayvanın ürününü ve yumurtasını da katarlar.

Kaynak: Müheyya İzer / Dengeli Beslenme

PİRİNÇ (Oryza sativa)

Asya'da yaşayan insanların yarısından çoğunun temel besini pirinçtir. Pirincin kesin kökeni bilinmiyor.

Eski Çin şiirlerinden pirincin Asya'nın güneydoğusundan geldiği anlaşılıyor. Eski tarih belgelerine göre,

Milattan 2500 yıl önce Yan-tseu-kinng Irmağı dolaylarında pirinç sulama tesisleri kurulmuştu.

Daha sonra pirinç İran'da ilgi gördü. Avrupa'da ise 8. yüzyıldan sonra yetiştirilmeye başlandı.

Pirinç tarladan toplandığı gibi yenmez, üzerindeki kalın kabuğun çıkması gerekir.

Başağından kopan pirince «kabuklu pirinç» ya da «çeltik» denir. Kalın kabuğunun soyulması

için silindirden geçen pirince ise "Kızıl pirinç" veya "kargo pirinç" denir.

Çünkü pirinç bu halde iken gemiye yüklenir. Daha sonra pirinç polisaja tabi tutularak zarı, yani kepeği çıkarılır.

Bu iki işlem sırasında, yani kepeği alınırken ve polisaj uygulanırken, pirinç ağırlığının % 30'undan fazlasını,

lipitlerinin % 80'ini, madensel tuzların % 60'ını, vitaminlerin ise tümünü kaybeder.

Pirincin B1 vitamininin yok edilmesi, bu tahılı temel besin olarak kullanan ülkelerde ciddi vitaminsizlik

vakalarına, özellikle de beriberi hastalığına yol açmıştır. İnsan besininde büyük rol oynayan vitaminlerin önemi,

beriberi ;hastalığı üzerinde yapılan araştırmalar sayesinde meydana çıkmıştır.

Pirinç yağsız olduğundan, hastaların beslenmesinde yer alır. Ayrıca tansiyon düşürücü özelliği vardır.

Sodyum ve potasyumdan yoksundur. Dolayısıyla böbreklerinden, kalp yetersizliğinden ve ödemden rahatsız

olanlar için eşsiz bir besin maddesidir. Pirinçte buğdayda bulunan zengin ve çeşitli madensel tuzlar

yoktur. Demirden de yoksun olduğundan, temel besini pirinç olan ülkelerde anemi sık görülür.

Kepekli pirinçte B1, B2, B6, PP, E ve F vitaminlerinden başka potasyum, fosfor, kalsiyum, flor gibi değerli

madenler ve 12 çeşit amino asit bulunur. İster pirinç, ister başka bir besin maddesi olsun ne kadar

doğal halinde kullanılırsa o oranda insana yararlıdır. Bu nedenle yediğimiz pirinç mümkünse kabuklu cinsten olmalı.
Roman TUR" size=4>

50 gr. pirinç (yaklaşık 1/3 fincan) 180 kalori sağlar, açlık duygusunu giderir.

Oysa aynı sonuç ancak 200 gr. ekmekle (500 kalori) elde edilir. Pirinç sıvıyı kendine çeken bir tahıldır.

Bu nedenle dokulara yerleşmiş olan tuzu da beraberinde sürükleyerek bedeni toksinlerinden

kurtarır. Böylece dolaşım sisteminin, kalbin ve böbreklerin yükünü hafifletir. Pirinç sinirlerin gerektirdiği

B grubu vitaminlerini, çeşitli guddeler için gerekli olan E vitaminini ve sinir hücrelerinin beslenmesi için

gerekli olan yağ asitli maddeleri sağlar. Pirinç zayıflama kürlerinde yer alır.

Kabuklu pirinç yiyen anne adaylarının çocukları sağlam kemik yapılı olur, doğum kolaylaşır, anne çabuk

bedensel esnekliğini ve eski inceliğini bulur.

Kızıl (kargo) pirincin pişmesi:

Kepekli pirinç beyaz pirince oranla daha uzun sürede ve kısık ateşte pişirilmelidir.

Beyaz pirinç 20-25 dakikada pişerken, kargo pirinç için 1 1/4 saat gerekir. Bu pişme süresi kısaltılabilir,

a) Pirinç yıkandıktan sonra bir tencereye konur, üstünü örtecek kadar su katılır. Tencerenin kapağı kapatılır.

Kuvvetli ateşte 3-5 taşım kaynatıldıktan sonra ateş kesilir. Pirinç piştiği tencerede, üstü kapalı olarak 1 -2 saat bekletilir.

Bu işlem sonucunda pirinç yumuşar ve hafifçe kabarır.

b) Geceden yıkanan pirinç suda bekletilir ve ertesi gün kullanılır.

Beyaz pirinçle yapılan her çeşit yemek kargo pirinçle de yapılabilir. Kargo pirincin pek çok faydası vardır.

Beyaz pirinç gibi kolay lapalaşmaz, yani pişerken biraz fazla su konsa bile diriliğini korur.

Yalnız suya yatırılmış veya bir taşım kaynatılmış pirincin daha az su isteyeceğini unutmamalı.

Bu işlemleri görmemiş pirincin bir fincanına bir buçuk-iki fincan su yeterlidir.

Rizotto

1 baş soğan, ince doğranmış

1 1/2 fincan pirinç

3 fincan su

domates püresi

1- 2 çorba kaşığı sıvı yağ

1 çorba kaşığı doğranmış

maydanoz

1 çorba kaşığı doğranmış dereotu

tuz, biber

Soğan ve yağ bir çorba kaşığı su ile hafif ateşte öldürülür. Önceden yıkanmış ve temiz bir bezle kurutulmuş kızıl pirinç soğana katılır. Birkaç dakika tahta kaşıkla karıştırdıktan sonra su (veya sebze suyu), domates püresi, tuz, biber eklenir.

Kapalı tencerede önce kızgın ateşte, tencere fokurdamaya başlayınca hafif ateşte bir saat pişer.

Pirinç eski ise pişmesi daha çok zaman gerektirebilir. Piştikten sonra üzerine dereotu, maydanoz serpilir,

10-15 dakika demlendirilir. Bu yemeğin değişik bir şekli : Pirinç pişerken domates püresi yerine safran konabilir.

ZEYTİNYAĞININ ETKİLERİ

ZEYTİNYAĞI

Etkileri Son zamanlarda yapılan çalışmalar zeytinyağının mide asidi salınımını azalttığını gösteriyor. Ayrıca zeytinyağının safra taşı oluşumunu engellediği yönünde de veriler bulunuyor.

Yemekle alınan yağın sahip olduğu özelliklerin, sindirim kanalının fizyoloji ve patofizyolojisini etkilediğini gösteren yayınların sayısı giderek artıyor. Bu yayınlarda söz edilen çalışmalar, besinle alınan farklı yağ asitlerinin mide asidi salınımına ve safra taşı oluşumuna etkileri üzerine yoğunlaşıyor. Batılı ülkelerde mide hastalıklarına, özellikle de safra taşına oldukça sık rastlanıyor. Örneğin, Avrupa ve Kuzey Amerika’da safra taşı prevalansı %38’lere varıyor.


Mide asidi salınımına etki

Ewald ve Boas’ın 1886 yılında yaptığı ve besinlerle alınan yağların mide fonksiyonları üzerine olan etkilerini inceledikleri çalışma, büyük olasılıkla bu alanda yapılan ilk araştırmadır. Bu çalışmada araştırmacılar, incelenen besine zeytinyağı eklenmesinin, mide asidi salınımını baskıladığını gözlemişlerdir. Daha sonra yapılan birçok çalışma da, sindirim kanalının farklı bölümlerinde zeytinyağı bulunmasının mide asidi salınımını engellediğini doğrulamıştır. Yapılan çalışmaların çoğunda besinle alınan yağ olarak zeytinyağı kullanılmıştır. Duodenum içinde zeytinyağının bulunması insanlarda mide asidi salınımını azaltmaktadır. Buna karşın, yakın zamana kadar bu etkinin diğer besin kaynaklı yağlar için de geçerli mi, yoksa, zeytinyağı veya tekli doymamış yağ asitlerine özgü mü olduğu bilinmiyordu.


1997 yılında Serrano ve arkadaşları, tekli doymamış yağdan zengin ( zeytinyağı) yemek alışkanlığı ile, çoklu doymamış yağ asitlerinden zengin (ayçiçeği yağı) yemek alışkanlığının mide asidi üzerine etkilerini karşılaştırdı. Bu çalışmada, zeytinyağı içeren 30 günlük bir diyetin, ayçiçeği yağı içeren bir diyetle karşılaştırıldığında, sıvı bir besine yanıt olarak mide asidi salınımında görülen azalmaya daha fazla neden olduğu gösterilmiştir.

Rhee ve arkadaşları, oleik asitin bu baskılayıcı etkisinin mekanik yönlerini de incelemişlerdir. Bu araştırmacılar deneylerinde oleik asidin mide asidi salınımını engelleyici etkilerinin, duodenum mukozasının yağ asidiyle karşılaştığında kana salıverdiği peptid yapılı bir hormon aracılığıyla gerçekleştiğini göstermeyi başardı. Yukarıda sözü edilen bulgular, zeytinyağı kullanımının mide asidi salınımını azalttığını işaret ediyor. Bu etki, temel tedavi hedefi mide asidi salınımının azaltılması olan mide ve duodenum ülserleri gibi hastalıklarda yararlı olabilir.

Safra taşı oluşumuna etki

Yemek alışkanlıkları ile safra taşı oluşumu arasındaki ilişkiyi konu alan pek çok çalışma bulunuyor. Ne yazık ki, bu çalışmaların bazılarında besinlerin yağ asidi kompozisyonu belirlenmemiştir. Bu nedenle söz konusu çalışmalar, safra taşları ile yağ asitleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesine imkan tanımaz. Ayrıca, çalışma tasarımları, yemek alışkanlıklarının değerlendirilme yöntemleri ve safra taşı tanıları arasında bulunan önemli farklar, bu çalışmaların kıyaslanmasını zorlaştırmaktadır.

İlk çalışmalar

Yiyeceklerle alınan yağlarla safra taşına bağlı hastalıklar arasında bir ilişki oluğunu gösteren ilk çalışmalardan biri Linos ve arkadaşlarının 1989’da yaptığı vaka kontrol çalışmasıdır. Bu çalışmada diyete bağlı faktörlerden sadece hayvani yağlarla istatistiksel olarak anlamlı (p<0.05) bir pozitif ilişki bulunduğu saptanmıştır. İlginç olan zeytinyağının fazla tüketilmesi ile hastalık arasında negatif yani koruyucu bir ilişki olmasıdır.

çalışmasında safra taşı oluşumunda diğer risk faktörlerinin yanı sıra, doymuş yağların da bulunduğu gözlendi. Buna karşın diyetle alınan tekli doymamış yağ asitleriyle hastalık arasında tersine bir ilişki vardı.
Gilat ve arkadaşlarının yaptığı prospektif bir çalışmada safra taşı görülme sıklığının yüksek olduğu Musevi hastalara kıyasla hastalığın görülme sıklığının düşük olduğu Arap hastalarda diyetle daha fazla enerji, karbonhidrat, lif ve doymamış yağ asidi alındığı belirlenmiştir. Buna karşın araştırmacılar, bu diyet farklılıklarının safra taşı oluşumunun daha az görülmesiyle bir ilişkisi varsa bile bunu belirlemenin mümkün olmadığı sonucuna varmışlardır. Yemek alışkanlıklarının özellikleriyle safra taşı oluşumu arasındaki ilişkiyi gösteren daha fazla veri Hemşire Sağlığı Çalışması’ndan elde edilmiştir. Bu çalışmada araştırmacılar bitkisel kaynaklı yağ tüketilmesiyle safra taşı oluşum sıklığı arasında zıt ilişki olduğunu saptamışlardır.

Tekli doymamış yağ asitleri

Sözü edilen tüm bu çalışmalarda tekli veya çoklu doymamış yağ asitlerinin alınmasıyla hastalık arasında belirgin bir ilişkinin varlığı ortaya konmamıştır. Bravo ve arkadaşları ise diyetle alınan tekli ve çoklu doymamış yağ asitlerinin safra kesesinin kolesterol salınımını artırdığını göstermişlerdir. Bu çalışmada çoklu doymamış yağ asitleriyle beslenen hayvanlarda safranın kolesterol doymuşluğunun arttığı ama tekli doymamış yağ asitleriyle beslenenlerde artmadığı saptanmıştır. Araştırmacılar bu verilerin kolesterole bağlı safra taşı oluşum riski üzerine etkileri olabileceği sonucuna varmışlardır.

Yukarıda aktarılan veriler, hamsterlerde yapılan iki çalışmanın sonuçlarıyla da uyumludur. Bu çalışmalarda doymuş yağ asidinin safra taşı oluşumunu artırırken tekli ve çoklu doymamış yağ asidinin azalttığı belirlenmiştir. Buna karşın iki çalışmada diyetle alınan yağ ile safra taşı oluşumu arasında bir ilişki bulunamamıştır.

Yine de sonuç olarak, şimdiye kadar yapılan çalışmalardan edinilen veriler diyetle fazla miktarda doymuş yağ asidi alımının safra taşı oluşumu açısından risk oluşturduğu, zeytinyağı gibi tekli doymamış yağ asitlerinin ve muhtemelen çoklu doymamış yağ asitlerinin safra taşı oluşumunu engelleyebileceğini gösteriyor. Buna karşın, neden bazı araştırmacıların tekli doymamış yağ asidinin koruyucu etkilerini gözlediği halde bazılarının böyle bir etki saptamadığı ve diyetle alınan yağ asitlerinin safra taşı oluşumu üzerindeki etkilerinin etiyolojisinin ne olduğu gibi sorular henüz yanıtlanmış değildir.

Özetlemek gerekirse, diyetle alınan yağlarla gastrointestinal kanalın fizyoloji ve patofizyolojisini araştıran çalışmalarda, yüksek oranda tekli doymamış yağ asidi alımının mide asidi salınımını artırmak ve safra taşı hastalığını önlemek suretiyle gastrointestinal kanala faydalı etkileri olduğu gösterilmiştir. Diyetle alınan yağların bileşiminin reflü özofajit ve kabızlık gibi diğer gastrointestinal hastalıklara etkileri tam olarak ortaya konulmamıştır. Buna karşın tekli doymamış yağ asidinden zengin diyetin başka yararlı etkilerini gösteren bazı çalışmalar vardır. Barltrop ve Oppe çocuklarda zeytinyağının tereyağa kıyasla daha fazla emildiğini saptamışlardır. Ballesta ve arkadaşları köpeklerde besinlerle alınan zeytinyağının diyetle alınan proteinin sindirimini ve metabolizasyonunu artırdığını göstermeyi başardı. Üstelik zeytinyağı veya oleik asitin gastrointestinal motilite ve mide boşalması üzerine etkileri ile ilgili olarak yapılan çalışmalar oleik asitten zengin gıdaların doymuş yağ asitlerinden zengin gıdalara göre mide boşalmasını daha fazla geciktirdiğini gösteriyor.

Bu etki midenin rezervuar fonksiyonunu yapılan çalışmalar oleik asitten zengin gıdaların doymuş yağ asitlerinden zengin gıdalara göre mide boşalmasını daha fazla geciktirdiğini gösteriyor. Bu etki midenin rezervuar fonksiyonunu destekliyor.

Spiller ve arkadaşları çalışma yapılan gıdalara oleik asit eklendiğinde kolondan geçişin hızlandığını göstermiştir. Bu çalışmada oleik asit diğer yağ asitleriyle karşılaştırılmadığı için bu etkinin genel olarak yağlara mı, yoksa tekli doymamış yağ asitlerine mi özgü olduğu tam olarak ortaya konulamamıştır.

Sonuç olarak, zeytinyağı tüketiminin gastrointestinal sistemin farklı metabolik fonksiyonları üzerinde faydalı etkileri olduğunu gösteren önemli sayıda veri bulunmaktadır.

Gözlerinizi kapatın... İ.Ö. 6. yüzyıl... Ege... Klazomenai kenti... Bir zeytinyağı işliğindeyiz....

Değirmende ezilerek püre kıvamına getirilen zeytin hamuru, keçi kılından yapılmış yassı torbalara dolduruluyor. Üst üste dizilen torbaların üzerine bir kol yardımıyla uygulanan baskı, yağ ve su karışımı bir sıvının açığa çıkmasını sağlıyor. Bu karışım, baskı tezgahından gelen oluk yoluyla yaklaşık 70 santimetre derinliğindeki çukurda bulunan özel bir kabın içine akıtılıyor. Karışım kabın içinde beklerken zeytinyağı kara suyun üzerine çıkıyor. Sonunda, kepçe ve benzeri araçlarla başka kaplara aktarılan zeytinyağı, uzun ve zorlu üretim sürecinin bütün sıkıntılarını unutturacak denli değerli

Bu mucize sıvının üretim serüvenini hayalimizde canlandırmak bile ne kadar keyifli... Bundan daha heyecan verici olan, bu serüveni zamanın bilinmezliklerinden sıyırıp tarihin elle tutulur sayfaları arasına yerleştiren kazı öyküsü...

On iki İyon kentinden biri olan Klazomenai, Urla-Çeşme yarımada-sının kuzey kıyısında, İzmir Körfezi’nin ortalarında konumlanmış... Kent alanının arkeolojik yapısı Klazomenai’nin bir araştırma merkezi olarak seçilmesinde belirleyici rol oynamış... Kentin adıyla anılan terrakotta lahitler ve siyah figürlü yerli seramikler kentin kendi döneminde önemli bir seramik merkezi olduğunun kanıtı... Herodotus’un da metinleriyle desteklediği verilere göre, kendi içinde bir bütünlük oluşturan Kuzey İyonia bölgesi (Ephesos, Kolophon, Lebedos, Teos, Klazomenai ve Phokaia) özel bir kültür çevresi oluşturmuş... Klazomenai bu çevrenin tanınmasında küçük ama çok önemli bir merkez işlevi görüyor.

İlk kez Piri Reis’in 1519 yılında adından söz ettiği Klazomenai, daha sonra 18. yüzyıl gezginlerinin notlarına yansıdı. 19. yüzyıl sonunda ise terrakotta lahitleriyle Avrupa’daki müzeler ve koleksiyoncular için son derece çekici bir isim oldu. 1950’li yıllarda İngiliz bilim adamı J.M. Cook tarafından kentin ilk yoğun topografik araştırmaları yapıldı. İlk bilimsel kazılar ise 1921 ve 1922 yıllarında Yunan arkeolog G.P. Oikonomos tarafından gerçekleştirildi. Savaş koşullarında yarım kalan çalışmalarlarda elde edilen buluntular büyük oranda kaybolurken kağıda dökülen veriler de iki makale ile kısıtlı kaldı. 1970 yılında İzmir Müzesi uzmanı M. Baran’ın yaptığı çalışmaların ardından, 1979 ve 1980 yıllarındaki kazılar Kültür Bakanlığı tarafından yürütüldü. 1981 yılında ise Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü, Güven Bakır başkanlığında Klazomenai kazısını üstlendi.

1992-1998 yılları arasında gerçekleştirilen kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkarılan zeytinyağı işliği, fabrika niteliğine ulaşmış işlikler arasında dünya üzerinde keşfedilebilmiş en eski örneği oluşturuyor. Bu benzersiz işlik, İyonya’nın Doğu Akdeniz havzasından Batı Akdeniz havzasına doğru dağılan yabani zeytin ağaçlarının ıslah edilerek kültür bitkisine dönüştürülmesine ve meyvelerinden yağ elde edilmesine büyük katkılarda bulunduğunu; Anadolu’nun zeytinyağı teknolojisinde daha Antik çağlarda ne kadar ileri bir teknolojiye ulaşmış olduğunu; kanıtlıyor.

Bileşik kaplar ilkesine göre çalışarak kesintisiz üretim sağlayan üç gözlü yağ ayrıştırma düzeneği (polima); zeytin kırma değirmeninin sert taştan yontulmuş ve bir mil çevresinde dönen ağır silindirlerden oluşturulması; yüksek kapasitede üretim sağlamak için büyük pres ve bunun zorunlu sonucu olarak da baskı sırasında bucurgat kullanılması Klazomenai işliğinin zeytinyağı teknolojisine yaptığı önemli katkılardır.

Klazomenai’de zeytinyağı üretim teknolojisinde sergilenen başarı kuşkusuz zeytinyağı ticaretine de yansımış... İşliğin küçük kapasiteli 1. evresinde üretimin kente ve yakın çevreye yönelik olarak gerçekleştirildiği anlaşılırken İ.Ö. 6. yüzyıla tarihlenen geliştirilmiş 2. evrede dış satışın önem kazandığına ilişkin kanıtlar söz konusu... Klazomenai halkı sıvı ürünler için kendilerine özgü bir depolama kabı olarak kuşak bezemeli amforalar üretmişler... Amforalar özellikle şarap ve zeytinyağı depolamakta kullanılmış olsa gerek... Kazılarda ortaya çıkan amforaların birçoğunun boyun ya da omuzlarında çeşitli harf ve simgeler yer alıyor. Bu harf ve simgeler zeytinyağını üreten ya da ihraç eden kişi ya da firmaya ait... Marka sayılabilecek bu işaretler İ.Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda daha da geliştirilerek üretimin yapıldığı merkezi, üreticinin ve o dönemdeki yöneticinin adını ve birtakım armaları içermeye başlamış. İ.Ö. 6. yüzyıla tarihlenen bu ambalajların Klazomenai’de olduğu kadar deniz aşırı ülkelerde de çok sayıda ele geçirilmiş olması o dönemde yapılan zeytinyağı dış satımının önemini kanıtlıyor. İ.Ö. 6. yüzyılın özellikle ikinci yarısında zeytinyağı üretimi ve dış satımı o dönem için son derece başarılı bir tablo sergiliyor

Klazomenai’de aynı yüzyıla tarihlenen iki zeytinyağı işliği daha belirlenmiş bulunuyor ve sürüp giden çalışmalar bu sayının artacağını müjdeliyor. Kazı ve araştırmalar ilerledikçe Anadolu’da zeytinyağı üretimi ve teknolojisinin geçmişi ile ilgili yeni veriler ortaya çıkıyor. Projeyle ilgili ayrıntılı bilgi almak isteyenler www.klazomenai.com adresli web sitesini ziyaret edebiliyorlar. Uzak zamanlardan süzülüp gelen Klazomenai, arkeolojik çalışmalar içerisinde bir başyapıt olarak zeytinyağının büyülü öyküsünü geleceğe taşıyor. Yaşamla ve insanla iç içe...

Türkiye; İspanya, İtalya, Yunanistan, Portekiz gibi ülkelerle beraber dünyanın en büyük zeytinyağı üreticileri arasında. Ülkemiz topraklarında Artvin'den Mardin'e kadar geniş bir alanda zeytin ağacı yetişiyor.

Dünyada zeytinyağı üretiminin yaklaşık 460 milyon galon olduğu tahmin ediliyor. Zeytincilik ve zeytinyağı üretiminde köklü bir geçmişe sahip olan ülkemiz, halen dünyanın önde gelen zeytinyağı üreticilerden biri konumunda. 2000 yılı rakamları 180 bin ton düzeyinde bir üretimi gösteriyor. Önemli bir nokta da, üretilen zeytinyağının önceki yıllara göre çok daha nitelikli olması.

Türkiye’de kuzeyde Artvin’den başlayarak doğuda Mardin’e kadar, kıyıdan 200 m içerilere ve 700 m yüksekliklere dek zeytin ağacı yetişiyor. Ülkemiz tarım topraklarının yaklaşık yüzde dördü zeytin ağaçlarıyla kaplı. Yaklaşık 85 milyon zeytin ağacı bulunduğu tahmin ediliyor. Zeytin genellikle kireçli, zayıf topraklarda, eğimli, sulanmayan topraklarda yetiştiği için Türkiye oldukça önemli düzeyde bir üretim potansiyeline sahiptir. Ne yazık ki, bu büyük potansiyelin sadece dörtte biri kullanılabilmektedir. Son yıllarda zeytin ağacı sayısındaki artışın yüzde birin altına düştüğü görülüyor.

Zeytinyağı üretiminin hem miktarı hem de kalitesi artıyor

Zeytincilikle ilgili sorunlara karşın, genel olarak zeytinliklerde ve zeytin üretiminde 1950 yılından beri bir artış gözleniyor. 1945 ile 1970 yılları arasında zeytin ağacı sayısı iki buçuk kat, zeytin üretimi ise dört kat artmıştır. Zeytin ağacı bir yıl iyi, bir yıl kötü ürün verir. Bu durum üretimde yıllar içinde dalgalanmalara neden olmaktadır. Elde edilen zeytin büyük oranda zeytinyağı çıkarmak şeklinde değerlendirilir. Zeytinyağı üretiminin sulu baskı tekniğinden kontinü sistemlerde otomasyona geçilmesiyle, zeytinin beklemeden sıkılması sağlanmış ve üretim kalitesi artmıştır.

Ülkemiz sofralık zeytin üretimi açısından da önemli bir konumda bulunuyor. Yılda 100 bin ton civarında gerçekleşen sofralık zeytin üretiminin büyük bir çoğunluğu iç pazarda tüketiliyor.

Zeytinyağı tüketimi henüz yeterli düzeyde değil

Tüketime baktığımızda ise tüketimin yaklaşık 55-60 bin ton civarında gerçekleştiğini görüyoruz. Bu rakamı kişi başına tüketim olarak değerlendirdiğimizde gerçek bir artışın söz konusu olmadığını görüyoruz. 1970’li yıllarda kişi başına zeytinyağı tüketimi iki kilo iken 1980’li yıllarda 1.8 kiloya, 1990’lı yılların başında ise 800 g’a inmiş bulunuyor.

Ülkemizde zeytinyağı üretiminde gözlenen artışa rağmen kişi başına zeytinyağı tüketimindeki düşüşün nedenleri nüfus artışının hızıyla ve tüketim alışkanlıklarında meydana gelen değişikliklerle açıklanabilir. Özellikle yağlarla ilgili olarak artan rekabetin etkileri büyük ölçüde izlenmektedir.

Buna karşın ülkemizde geleneksel olarak zeytinyağı kullanan ahalinin dışında, giderek bu yağın sağlık ve tat zenginliği açısından değerini takdir eden bir kitle de bulunmaktadır. Yemek alışkanlıklarını “fast food”larla standartlaştırma eğilimine karşın ülkemizin zengin mutfak özellikleri ile içiçe geçmiş olan geleneksel zeytinyağı kullanımını canlandırmak mümkün.

Sanırız ki hiç bir ağaç, insanlık tarafından zeytin ağacı kadar kutsi kabul edilmemiş, hiç bir ağacın üstüne bu kadar çok efsane yaratılmamıştır… Zeytin ağacının insanlık tarihindeki yerini kavrayabilmek için, bundan 39.000 yıl öncesine uzanmak gerekiyor.
Zeytin ağacına ilişkin bugün elimizdeki en eski veri, Ege Denizi’ndeki Santorini Adası’nda yapılan arkeolojik çalışmalara dayanıyor. Bu çalışmalarda 39 bin yıllık zeytin yaprağı fosilleri ortaya çıkarıldı. Kuzey Afrika’daki Sahra Bölgesi’nde gerçekleştirilen arkeolojik araştırmalarda ise Milattan Önce 12 bin yılına ait zeytin ağacı bulgularına rastlandı. Ancak ilk zeytin hasadının ne zaman ve hangi uygarlık tarafından yapıldığı bilinmiyor. Cevaplandırılamayan sorular bizi; zeytin, zeytin hasadı ve zeytinyağıyla ilgili efsanelere daha çok kulak vermeye çağırıyor.

Kaynak: http://www.komilizeytinyagi.com.tr

ŞU TİTANLAR ve Zayıflama Ürünleri

Herbalife isimli zayıflama ürününün, ancak doktor kontrolünde ve eczanelerde satılması gerektiği bildirildi. Sağlık Bakanlığı Eczacılık Genel Müdür Yardımcısı Dr. Halil Akar, Merhaba’ya verdiği yazılı cevapta Herbalife isimli ürünlere, Tarım Bakanlığı tarafından gıda gibi değerlendirilerek ithal izni verilmesinin son derece sakıncalı olduğunu söyledi.

ÖLÜM RİSKİ Dr. Akar, ürünün bileşiminde bulunan kafein maddesinin alışkanlık yapmanın yanı sıra kimi kişilerde ölüm tehlikesine neden olabileceği uyarısında bulundu. “Kafein bir ilaç etken maddesi olup kalp damar rahatsızlığı olan kişilerde ölümcül yan etkilere yol açabilir” diyen Dr. Akar bu nedenle ürünün mutlaka Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü tarafından değerlendirilmesi ve sadece eczanelerde hekim kontrol ve önerisi ile satılması gerektiğini vurguladı. SAĞLIK BAKANLIĞI DENETİME ALMALI Konuya ilişkin görüşlerinin Tarım Bakanlığı’na aktarıldığını ifade eden Genel Müdür Yardımcısı Dr. Halil Akar, sağlık eğitimi almamış kişilerin kar amacı ile ürünü gelişi güzel pazarlamasının sakıncasına işaret ederek, ‘Bu nevi pazarlama hele yukarıda belirttiğimiz sakıncalar söz konusu iken tehlikelidir. Bu bakımdan Sağlık Bakanlığı denetimi altına alınması önemlidir. Ürüne, Tarım Bakanlığı tarafından gıda gibi izin verilmesi son derece sakıncalıdır’ ifadesini kullandı. İKİ BAKANLIK KARŞI KARŞIYA Bu ifadelerle Sağlık Bakanlığı ile Tarım Bakanlığı karşı karşıya geliyor. Bir tarafta, ölüme kadar varan risklerin taşındığı ifadesi, diğer tarafta gıda izni. Türkiye’de, insan hayatı ve sağlığının ne kadar ucuz olduğu ve ne tür tehlikelere açık olduğu bu olayda da görülüyor. Tarım Bakanlığı’nın cevabı ve söz konusu tehlikelerin var olup olmadığı ile varsa derecesi merakla bekleniyor. ÖLÜM RİSKİ SÖZ KONUSU OLABİLİR Distribütörler ağı ile pazarlanan Herbalife ürünleri konusunda yaptığımız araştırma bizi çarpıcı sonuçlara götürdü. Sağlık Bakanlığı Eczacılık Genel Müdür Yardımcısı Dr. Halil Akar, söz konusu ürünlerin alışkanlık yapması ile birlikte kimi hastalarda ölüme kadar giden sonuçlara yol açabileceği uyarısında bulundu. BAKANLIKLARA YAZDIĞIMIZ MEKTUP İlgili bakanlıklara Herbalife konusunda kamuoyunun merak ettiği hususları sorduk.

Bakanlıklara yazdığımız mektup şöyle;

10. Mayıs. 2004, Konya Sayın Prof. Dr. Recep AKDAĞ Sağlık Bakanı Son iki yıldır Konya’da, kelimenin tam anlamı ile furya haline gelen HERBALIFE konusunda zat-ı alinizi rahatsız ediyoruz. Zayıflama ilacı olarak takdim edilmekte olan ürünün pazarlanması, Konyalıları caddede-sokakta adım atamaz hale getirmiştir. Her bir ağaçta, elektrik direğinde, aracınızın camında ya da kapısında, “ULUSLAR ARASI FİRMADAN DOLGUN ÜCRET...” ibaresi ile günbegün karşılaşmanız mümkün. Yaya geçidinden geçtiğiniz anda bir genç kız ya da delikanlının elinize ilan tutuşturuvermesi de mümkün.

Peki nedir, HERBALIFE?

Bakanlığınız’dan izni var mıdır?

Sağlığa zararı ya da faydası tespit edilebilmiş midir?

Bağımlılık yapmakta mıdır? Obez bir toplum olarak bilinen Amerika, ülkemizde bir deneme mi yapmaktadır?

Otel toplantılarında neler konuşulmaktadır?

Bir nevi TİTAN zinciri ile karşı karşıya mı bulunmaktayız?

Prof. Dr. Orhan Çeker’in, ‘Konya’da çok uluslu şirketler misyonerlik faaliyeti yapıyor?’ ifadesi ile HERBALIFE’ın bir bağlantısı var mıdır?

Vergi açısından durum nedir?

Bu ve benzeri sorular konusunda bakanlığınız ilgi alanına giren konuların araştırılarak, tarafımıza bilgilenmek ve kamuoyunu bilgilendirmek amacı ile iletilmesini arz ediyor, bil vesile çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.”

İŞTE CEVABIN TAM METNİ Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdür Yardımcısı Dr. Halil Akar’ın mektubumuza Sağlık Bakanlığı adına verdiği cevabın tam metnini yayınlıyoruz.

“İlgi: 10. 05. 2004 tarihli yazınız İlgi yazınız incelenmiş olup; HERBALIFE ÜRÜNLERİ TARIM BAKANLIĞI tarafından ruhsatlandırılan/izin verilen bir preperattır. Bileşiminde doluluk hissi vererek açlığı yatıştıran ve defekasyonu sağlamak üzere şişme özelliğine sahip müsilaj bakımından zengin doğal liflerin yanı sıra açlığa bağlı halsizliği gidermek üzere de KAFEİN ilave edilmektedir.

Bilhassa KAFEİN bir ilaç etken maddesi olup kalp damar rahatsızlığı olan kişilerde ölümcül yan etkilere yol açabilir. Ayrıca KAFEİN alışkanlık yapıcı bir madde olarak bilinir. Bu nedenle ürünün mutlaka Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü tarafından değerlendirilmesi ve sadece ECZANELERDE hekim kontrol ve önerisi ile satılması gerekir.

Sağlık eğitimi almamış kişilerin kar amacı ile bu ürünü gelişi güzel pazarlaması hele yukarıda bahsedildiği şekilde sakıncalar söz konusu iken tehlikelidir. Bu bakımdan Sağlık Bakanlığı denetimi altına alınması önemlidir. Bu bakımdan ürüne TARIM BAKANLIĞI tarafından gıda gibi izin verilmesi son derece sakıncalıdır. Ayrıca konu TARIM BAKANLIĞI’na aktarılmıştır.

Dr. Halil Akar / Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdür Yardımcısı” ABD’DE YASAKLANAN ÜRÜNLER Öte yandan bu yıl başında, ABD Gıda ve İlaç Dairesi ‘Efadra’ içeren zayıflama ürünlerinin kullanımını yasakladı. ABD Gıda ve İlaç İdaresi FDA, 1999 yılından beri izlemeye aldığı efedra içerikli diyet katkı ürünlerinin satışını yasakladı. Yasak kararın yayınlandığı 6 Şubat 2004 tarihinden itibaren 60 gün içinde yürürlüğe girdi. Efedra ihtiva eden ürünler ABD’de aşağıdaki markalarla pazarlanıyordu. Bunlardan bir kısmı ülkemizde de satılmaktadır: 2 Way Max, Bata Blockers (hipertansiyon ilacı “beta blokerler” ile karıştırmamalı), Brand Mini-Tab, Dexatrim, Diet Fuel, Ephedrine HCL, Fat Predator, Herbalife, Herbalift, Hoo, Hydroxycut, Leptoprin, Metabolife 356, Metabolite, Mini-Thins, Pseudophrine, Quaifen PseR, Ripped Fuel, Stackers, Suddenly Slim, Synephrine, Thermagenics, Trimspa, Truckers Love It, X-Treme Lean, Xenadrine, Yellow Jackets. Söz konusu yasaklama konusunda bir araştırma yapan ‘dr. pozitif’ internet sitesinde konuya ilişkin şu bilgiler veriliyor.

“Ülkemizde, özellikle Herbalife markalı ürünlerin satış gayretinin son zamanlarda yoğunlaşmasından olmalı özellikle bu markanın müşteri ve satıcılarından birden fazla soru aldık. Bu sorular, araştırmamızı derinleştirmemize yol açtı. Bu konudaki bazı ayrıntıları okuyucularımızla paylaşıyoruz: 1. Herbalife’ın Thermojetics Bitkisel Yeşil tabletleri ve Thermojetics Bitkisel Bej tabletleri efedra içermekteydi. İngilizce isimleri şöyledir: “Thermojetics original green herbal tablets” ve “Thermojectics gold herbal tablets”. 2. Bu tabletlerden birincisindeki efedra kaynağı, Ma Huang isimli, Çin kökenli bir bitki; ikincisindeki ise Sida Cordifolia’dır. 3. Herbalife efedra içeren ürünlerin ayrıca yukarda isimlerini verdiğimiz tabletlerin satışını önce efedranın yasaklandığı ABD eyaletlerinde durdurmuş, yasaklama eğiliminin yaygınlaşması üzerine de bu ülkede pazarlanmasına tamamen son vermiştir. Firma, bu durdurmayı ABD’de FDA’nın Şubat 2003’deki açıklamalarından önce yaptığını bildirmektedir. (Şubat 2004’deki yasaklama kararı ile karıştırılmamalıdır) 4. Bu ürünler bize verilen Türkçe reklam broşürlerinde yer aldığı halde bunları Ankara’daki Herbalife satıcılarından temin edemedik. Bu muhtemelen broşürlerin eskiliğinden kaynaklandı. Satıcılardan biri, bize, Mayıs 2003’ten beri bu tabletlerin gelmediğini ifade etti. Ürünlerin ABD’de satıştan kaldırılması ile Türkiye’de satıştan kaldırılması arasında bir zaman farkı bulunup bulunmadığı ayrıca incelenebilir; ancak şu anda, efedralı Herbalife ürünlerinin, Türkiye’de de satıştan kaldırıldığı kanısına vardık.

Sonuç olarak tavsiyemiz, yukarda adı geçen iki ürünü ellerinde bulunduranlar varsa, bunları kullanmamasıdır.” *** Merhaba Haberi nasıl yaptık? Amerika’nın Irak saldırısının hemen öncesi idi. Konya sokaklarında yakalarında, büyük rozetlerle dolaşan gençlerin sayısı bir hayli artmıştı. ‘Savaşa hayır’ rozetleri ve ‘Kolay kilo kontrolü’ vs sloganlı rozetler. Anlayacağınız ‘Irak Savaşı’ndan önce bir rozet savaşı yaşanıyordu adeta. Doğrusu, ‘kolay kilo kontrolü’ne çağıran gençler, ‘savaşa hayır’la ‘savaşmadıkları’nı sadece dikkat çekmek için bu yolu seçtiklerini düşünüyor ve söylüyorlardı. ‘Herbalife’ bu ‘ilginç’ tesadüfle dikkatimizi çekti. Sonraki gün ve aylarda, kah elektrik direğinde, kah bir ağaçta, kulaklı A4’ler görmeye başladık. Üstte kocaman bir slogan dizisi, altta ise telefon numarası yazılmış ve koparılabilir bölümler. Gazete ilanları yine aynı dönemde yaygınlaştı. ‘Uluslar arası firmadan iş fırsatı’ Kolay kilo verme ve kolay para kazanma çağrıları. Posta kutularına bırakılan kartvizit büyüklüğündeki ilanlar. Aracınızın camına hatta kapı koluna iliştirilen ilanlar. Hayatınızın her anında sizi yakalamaya dönük bir pazarlama stratejisi. Bizi en rahatsız eden alan ise caddelerde iki taraflı duran gençler tarafından elinize tutuşturulan ilanlar oldu. Öyle ki başı açık kapalı genç kızlar da aynı stratejinin ürünü olarak ellerindeki tomarlardan size uzatıyorlardı. Birkaç tanesi ile konuştuk da. ‘Bir bayanın hele bu ortamda cep telefonunu caddede dağıtmasının sakıncalı olabileceğini’ söyledik onlara. Dediler ki, ‘Başka iş mi var ki yapalım’. Misyoner Kültür başlıklı bir çalışma yapıyoruz. Söz konusu çalışmanın ara başlıklarından biri de Misyoner Ekonomi... İşsiz bırakılan gençler ve çıkış arayışları. Konuştuğumuz ‘üst derecede motive olmuş’ bir genç, ayda bilmem kaç milyar lira kazandığından bahisle, ‘Ben kazandığım paraya bakarım. Bu organizasyonun üst düzeyi beni ilgilendirmez. Paralar nereye giderse gitsin, isterse İsrail’e’ dedi. Halbuki biz ona İsrail veya bir başka imada bulunmamıştık. Pazarlamacıların, günlük hayatlarında sohbet yapamaz olduğu kulağımıza gelen bilgiler arasında idi. Her bir distribütör önüne koyduğu hedefe ulaşmak için alt pazarlamacılar bulmak zorunda idi. Bu nedenle, konu dönüp dolaşıp her defasında Herbalife’e geliyordu. Daha üst hedeflere ulaşmak için ciddi paralar kaybeden, psikolojik bunalıma girenler olduğu da iddialar arasında yer alıyordu. Kilo sorunu yaşayan insanların çoğunlukta olduğu Konya, böylesi ürünlerin pazarlanması için de doğal bir alan oluyordu. Kafamızı en çok kurcalayan soru şu oldu; ‘Amerika obez bir toplum. Eğer Herbalife bir zayıflama ürünü ise ki öyle, neden öncelikli olarak Amerikan halkı bunu yaygın olarak kullanmıyor? (veya yaygın olarak kullanıp netice alıyor mu?)Eskilerin deyimi ile bu işin altında bir çapanoğlu var mı?

İlaçlarla ilgili yaygın kanaattir; bir ilaç piyasaya çıkmazdan önce 3. dünya ülkelerinde kullanılır, etkileri görülür, sonra Batı -ABD kendi sınırları içinde piyasaya sürer.

Acaba burada da böyle bir durum var mıydı?”

Pazarlama şekli de kafamızda soruların artmasına neden olan bir etkendi. Otellerde toplanılıyor. Motivasyon eğitimleri veriliyor ve sürekli bir üst basamağa çıkmak için katılımcılar teşvik ediliyordu. ‘Distrübütör’ yapılanması bir nevi ‘titanvari’ bir yapılanma mı idi?

Vergilendirilme hususu nasıl işliyordu?

İşte bütün bu soruları alt alta koyduk ve Bakanlıklara müracaat ettik. Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ve Sağlık Bakanı Prof. Recep Akdağ’a gönderdiğimiz mektuplarda bu soruların cevabını aradık. Oysa asıl müracaat etmemiz gereken Tarım Bakanı Prof. Dr. Sami Güçlü imiş. Çünkü Herbalife ‘gıda’ statüsü ile Tarım Bakanlığı’nın izni ile ithal edilmekte imiş. Sanayi Bakanlığı’ndan gelen yazıda, başvurumuzun Tarım Bakanlığı’na iletildiği belirtiliyordu. Nitekim Sağlık Bakanlığı’ndan gelen yazıda da tespitler yapıldıktan sonra ‘keyfiyet’in Tarım Bakanlığı’na iletildiği bildiriliyordu. Herbalife’la ilgili internetten de bir tarama yaptık. ‘Milyar dolar hedefi’nin nasıl tutturulacağı, pazarlama yapılan ülkeler, ‘herbalife’in çıkışı, ‘efadra’ içeren ürünlerin Kanada ve ABD’de yasaklanışına dair bilgileri de bu araştırma sırasında gördük. Bu araştırma sırasında gördüğümüz en ilginç ayrıntı ise, Herbalife, Aloevera gibi ürün pazarlamacıları için kartvizit basılabileceğini belirten ilan oldu. Anlaşılan, bu konu kendi çapında yan sektörlerin oluşmasını da sağlamıştı. Bizi en sarsan bilgiye kuşkusuz Sağlık Bakanlığı’nın cevabı ile ulaştık. Eczacılık Genel Müdür Yardımcısı Dr. Halil Akar’ın, mektubu hayati bir konuda aslında nasıl bir başıbozuklukla muhatap olduğumuzu göstermeye yetiyor. Bakalım önümüzdeki günlerde konuya ilişkin nasıl bir gelişme yaşanacak.

Mustafa ARSLAN

Kaynak: http://www.merhabagazetesi.com.tr

Gıda Katkı Maddeleri ve Alerji

gidakatkialerji.gif (5569 bytes)


Gıda Katkı Maddeleri İle Oluşan Beklenmeyen Reaksiyonlar:

Sizce bu gün için sıkça tükettiğimiz gıdalarda ne kadar katkı maddesi vardır? Tahmininiz nedir? Bir düzine? 50 tane? Belki 100 veya daha fazla? Bu sayının 2000 veya daha fazla olduğuna inanır mısınız? Bu gerçekten doğru! Koruyucular, kıvam arttırıcılar, lezzet arttırıcılar, renklendiriciler, tatlandırıcılar ve benzerleri her gün yediğimiz yiyeceklere eklenmektedir. Bu kadar çok katkı maddesine karşın sürpriz bir şekilde bu reaksiyonlar sadece bazı duyarlı kişilerde oluşmaktadır.

Gıda Katkı Maddelerinin Beklenmeyen Reaksiyonlara Neden Olduğu Bilinmektedir.
Katkı Maddesinin Adı Kullanım Sebebi
Aspartam Tatlandırıcı
Benzoatlar Koruyucu
BHA, BHT Antioksidan
Gıda Boyaları Renklendirici
MSG Lezzet Arttırıcı
Nitrat ve Nitritler Koruyucu
Parabenler Koruyucu
Sülfitler Koruyucu

Bu katkı maddeleri ile beklenmeyen gıda reaksiyonları arasında sıkı bir ilişki vardır.

ASPARTAM- Yapay tatlandırıcı (diyet şekeri) olarak bilinir. Genellikle şeker yerine tatlandırıcı olarak kullanılır. Aspartam duyarlı olan kişilerde anjioödeme veya göz kapaklarında, dudaklarda, ellerde veya ayaklarda şişmeye neden olur. Ancak, bu bulguların görülme sıklığı azdır.

BENZOATLAR- Benzoatlar, muz, kek, hububat, çikolata, soslar, katı ve sıvı yağlar, meyankökü, margarin, mayonez, süt tozu, patates tozu ve kuru maya gibi bazı gıdaların işlenmesi sırasında gıda koruyucusu olarak kullanılır. Benzoatlara karşı gerçek alerjik reaksiyon çok çok azdır.

BHA/BHT- BHA (Butillenmiş hidroksiyanozil) ve BHT (Butillenmiş hidroksitoluen) antioksidandır. BHA ve BHT özellikle katı ve sıvı yağlar ile hububat ürünlerinde kullanılır. Duyarlı kişilerde kurdeşene sebep olurlar; bununla birlikte gerçek alerjik reaksiyon çok nadirdir.

GIDA BOYALARI- Gıdalara renk vermek için kullanılırlar. Bunlar, E102 (Tartrazin) gibi numaralarla isimlendirilirler.

Kekler, şekerlemeler, konserve sebzeler, peynirler, çikletler, sosis, dondurma, portakallı içecekler, salata sosları, mevsim salataları, alkolsüz meşrubatlar ve ketçap gibi bazı gıdalar tartrazin içerirler. Tartrazin duyarlı insanlarda çok nadir oluşmakla birlikte kurdeşen veya astım ataklarına neden olur.

MSG- Monosodyum glutamat (E621) özellikle uzak doğu (Çin, Japon) ve Türk mutfağında kullanılır. Bununla oluşan reaksiyona “Çin Restoranı Sendromu” da denir. Bir çok imalathane ve restoranda da değişik gıdalarda lezzet arttırıcı olarak kullanılır.

MSG ile oluşan reaksiyonlar şöyledir: Baş ağrısı, bulantı, ishal, terleme, göğüste sıkışma, boyun arkasında yanma. Bu tür reaksiyonlar fazla miktarda MSG alınması sonrası oluşur. Bu maddeyi tüketen astımlı hastalarda ağır astım atakları oluşabilmektedir. MSG ile oluşan astmatik reaksiyonlar gerçekten az görülür.

NİTRAT/NİTRİTLER- Bu iki madde hem koruyucu olarak hem de renklendirici ve lezzet arttırıcı olarak kullanılır. Nitrat ve nitritler özellikle sosis, salam gibi et ürünlerinde bulunur. Bazı kişilerde baş ağrısı ve kurdeşene neden olabilirler.

PARABENLER- Parabenler gıda ve ilaçlarda koruyucu olarak kullanılırlar. Metil, etil, propil, butil paraben ve sondum benzoat bunlara örnektirler. Bu maddelere duyarlı kişilerde alındıklarında, ağır cilt bulguları veya deride kızarıklık, şişlik, kaşıntı ve ağrıya neden olurlar.

SULFİTLER- SO2, sülfitleyici maddeler (Sülfür di oksit, sodyum veya potasyum sülfit, bisülfit, metabisülfit) olarak da bilinirler. Gıda koruyucusu olarak ve fermente içeceklerin kaplarında kullanılırlar. Fırınlanmış ürünler, çaylar, çeşniler, deniz ürünleri, reçeller, jöleler, kurutulmuş meyveler, meyve suları, konserve ve suyu alınmış sebzeler, dondurulmuş patates ve çorba karışımlarında, bira şarap ve elma şarabı gibi içeceklerde bulunurlar.

Sülfitler göğüste sıkışma, kurdeşen, karında kramp, ishal, kan basıncı düşmesi, başta yanma hissi, halsizlik, nabız hızlanması gibi bulgulara neden olur. Ayrıca sülfitler, bunlara duyarlı astımlılarda astım atağını tetikleyebilir.

Bir çok restoranın salata barında yüksek düzeyde sülfit mevcuttur.

Gıda Katkı Maddesi Duyarlılığının Kontrolü

En iyi yol hangi gıdada hangi katkı maddesinin bulunduğunun bilinmesi ve bunlardan uzak durulmasıdır. Alerji uzmanınız hangi gıdanın bu bulgularınızdan sorumlu olabileceği ve bunun diyetinizden çıkarılması konusunda size yardımcı olabilir.

Kaynak: http://www.bilkent.edu.tr/~bilheal/aykonu/istenmeyen.html

Enerji içecekleri nedir?

Enerji içecekleri nedir ve insanlar neden enerji içecekleri içerler? Enerji içeceklerinin içindeki maddeler: Kafein (Kafein oranı farklı markalı içeceklerde, 250ml içecek için 30mg dan 150mg a kadar değişir. Bu içeceklerde bulunan cafein ve/veya ephedrine, beraberce kalp problemlerine neden olmaktadır.) Guarana (Güney Amerika'da yetişen bir bitkiden elde edilen bir tür kafein) Şeker (Spor içeceklerinin içindeki şeker miktarından daha fazla). Suda çözülebilen Vitamin B, Protein (Aminoasit taurine de eklenmektedir TAURİN; basit bir aminoasittir ve bazı içeceklerdeki oran 500 kadeh kırmızı şaraptaki orana eşdeğerdir.) Bazı enerji içeceklerindeki kafein miktarı diğer birçok yiyecek ve içeceğin içindeki kafeine göre oldukça yüksektir. Hatta bazı enerji içecekleri kolalı içeceklerdeki kafein miktarının iki misli kafein içerir. Bir çok genç ve çocuk özellikle spor yapacakları dönemlerde enerjilerini arttırabileceğini düşünerek bu tür içecekleri kullanmaktadır. Bu içeceklerin içinde fazla miktarda şeker vardır ki, bu şeker vücudun gerek duyduğu suyu alabilmesini engeller. Enerji içecekleri çok ağır müsabakalarda yetişkin sporculara verilir ancak bu bir dizi antrenör, beslenme uzmanı, spor hekimi gibi profesyonellerin kararları ile olmalıdır. Bu içeceklerin (colalı içeceklerde buna dahil çünkü kafein içerikleri çok yüksek) yaygınca kullanılmalarının bir diğer sakıncası da; süt ve ayran gibi besin değeri yüksek içeceklerin yerini almalarıdır. Süt ve süt türevleri çocukların, teenage kız ve erkeklerin artan kalsiyum ihtiyacını karşılamak için en uygun içeceklerdir. Özellikle kız çocuklarda bu yaşlarda başlayan yetersiz kalsiyum alımı ileriki yaşlarda osteoporosis (kemik ermesi) riskini arttırmaktadır.Yapılan araştırmalar göstermiştir ki iki kutu kola vücuttan 5 mg kalsiyum ve magnezyum kaybına sebep olmaktadır. Ayrıca bu içecekler D vitamini gibi sütte bulunan birçok vitamini içermediğinden kesinlikle çocuk içeceği değildir. ***Eğer anneler çocuklarının enerji alımını arttırmak istiyorsa bunu bir bardak (200 ml.) sütün içine 2 yemek kaşığı (20 gr.) kadar pekmez koyarak yaparlarsa bundan şu sonuç çıkar: 190 calori , 7 gr protein, 320 mg kalsiyum ve 2 mg demir. SIFIR KAFEİN Annelerimiz çocuklarına sağlıklı bir gelecek vermek istiyorlarsa, öncelikle buna sağlıklı beslenme alışkanlığı vererek başlamalıdırlar. Önemli bir nokta da, enerji içeceklerinin zararsız içeceklermişçesine günlük olarak tüketilmesi, hatta su kadar doğal bir içecek gibi kabul edilmesidir. Bu içeceklerin üzerlerinde günlük maximum kullanımın 2-5 kutu olduğu yazılıdır, ancak bir çok insan maximum miktarda tüketimin maximum enerji vereceği yanılgısına düşer. Oysa bu uyarı, bu içeceklerin tüketilebileceği maximum miktarı bildirirken, bu miktarı önermemektedir. Bu tür içeceklerin fazla tüketimi ciddi fiziksel ve psikolojik sağlık problemlerine neden olabilmektedir. Enerji içeceklerinin yol açabileceği sağlık problemlerinden bazıları şunlardır: heyecan, kaygı yüksek enerji seviyesi, yüksek vücut sıcaklığı hızlanmış kalp atışları bozuk uyku düzeni, sık sık tuvalete gitme ihtiyacı, diş ve ağız problemleri, tolerans hali (Bir maddeye karşı toleranslı olmak demek, kişinin bir önceki madde kullanımında hissettiği etkiyi tekrar hissedebilmesi için aynı maddeyi bir öncekinden daha fazla miktarda almaya gereksinim duymasıdır.) bağımlılık hali (Kullanılan kafein miktarının kesilmesi veya azaltılması durumunda görülür. 6 gün boyunca günde 600mg ve daha fazla kafein kullanımında bağımlılık oluşabilir.) yoksunluk hali (Kafeine bağımlı olunduğunda veya kullanımını kesmeye karar verildiğinde gerçekleşir. Semptomları; şiddetli baş ağrıları, zayıf konsantrasyon, burun akıntısı benzeri semptomlar, iritasyon (aşırı duyarlılık), yorgunluk ve bitkinlik halidir. Bu semptomlar genellikle, son kafein kullanımından 12-24 saat sonra başlar ve bir hafta boyunca devam edebilir) SATIŞI YASAKLAYAN ÜLKELER Üzerinde ciddi kuşku bulutları dolaşan bu içecekler İsveç'te bir çok restoranda sunulmamakta, Norveç'te "ecza" muamelesi görmektedir. Danimarka ve Fransa' da ise satışı yasaklanmıştır. Yalnızca kutuların üzerine uyarı yazıları koymak, "biz uyarı yazımızı koymuştuk" demek, üretici firma sorumluluğunu ortadan kaldırmasa gerek.

Kaynak: http://www.kemerkoy.k12.tr Cumhuriyet/Bilim Ve Teknik Eki/Ağustos 2004

İştahsızlık, Oburluk, Kusma...Yeme Bozuklukları

İştahsızlık, Oburluk, Kusma...

Yeme Bozuklukları

Bir gereksinim olmaktan çok geleneklerin biçimlendirdiği yemek yeme alışkanlığı, hızlı yemek yiyerek, yemek sırasında başka şeylerle ilgilenerek, ya da zamansızlıktan yakınıp geçiştirilerek yeni alışkanlıklara dönüşüyor. Çağdaş toplumlarda yeme alışkanlıklarındaki değişimler, yeme bozukluklarına kadar varan birçok sorunu karşımıza çıkarıyor. Yeme bozuklukları iştahsızlık, kusma ve aşırı yeme olarak sıralanıyor. Bilim adamları, bu tür sorunların altında yatan yalnızca toplumsal değil ayrıca psikolojik ve fiziksel nedenleri de araştırıyorlar. Bir hastanın normal yeme alışkanlığını tekrar kazanabilmesi için farklı bilim dallarından uzmanların birarada çalışması gerekiyor. Bunların içinde beslenme uzmanları, psikologlar, psikiyatristler ve psikofarmakologlar gibi uzmanlar var. Yeme bozukluğunun nasıl başladığı ve ne yöne kayacağı ise kiºiye göre değişiyor. Ama hepsi için ortak bir tavırdan bahsedebiliriz: Kendi vücut algılarındaki yanılsama.

YEME BOZUKLUĞU

bir tür hastalık. Bu hastalık hem insan bedeniyle hem de yemekle ilgili. Hastalığa yakalananlar, yalnızca aldıkları kalorinin fazlalığından yakındıkları için değil, belli

bir düºünceyi saplantı haline getirdikten sonra doğrudan yemekle ilgili sorunlar yaşamaya başladıkları için de yemeyi reddediyorlar. Böyleyken yine de bedenin sahibinin bedenini nasıl algılandığı çok önemli. Alman yazar Schilder insan bedeninin algılanmasını şöyle tanımlıyor: "zihnimizde oluşan görüntü vücudumuzun resmidir". Son yıllarda ise bu tanım genişletildi. Değişik boyutlarıyla ele alınmaya başlandı. Slade, bedenin görüntüsünün bir algısal bileşenleri bir de tutumsal bileşenleri

olduğu görüşünde. Yani kişinin kendi dış görünümü konusundaki görüşleri her zaman nesnel gerçekleri yansıtmayabiliyor. Bu tanımlamayı, bilim adamları yeme bozuklukları çalışmalarındakine paralel bir düşünce geliºtirerek kullanıyorlar. İlk soru şu: Bir insan kendi vücut ölçüleriyle ilgili olarak ne kadar kesin bir Bilim ve Teknik

tahminde bulunabilir? İkincisi ise: Bireyin kendi vücuduyla ilgili olarak tutumu/hissi nedir? Bu soruların ilkine algısal, ikincisine bilimsel yanıt verilebiliyor. Böylece arada bir paralellik kurulmuş oluyor. Herkesin kendi vücuduyla ilgili iyi ya da kötü bir fikri vardır. Bu, yeme bozukluklarının çıkış noktasını oluşturuyor. Yeme bozukluğu gösteren kişilerin kendi vücutlarıyla ilgili yanlış bir algıya sahip olmaları asıl sorunu yaratıyor. Ama tabii ki, yalnızca bu değil, bilişsel, duygusal, davranışsal etkenler bireyin kendi vücuduyla ilgili yargısını etkiliyor. Yeme bozukluklarının kadınlarda daha çok görülüyor. Bu, biraz da toplumdaki kadın ve güzellik imajlarıyla ilgili.

Her gün televizyonlarda, filmlerde ve birçok dergide gördüğümüz kadın imajları; yani bunları izleyen okuyan ve seyreden kadınların kendilerini özdeşleştirdikleri imaj, zayıf kadın. Güzel ve popüler olmak için, ekrandaki kadınlar gibi giyinip ekrandaki kadınlar gibi davranmak için onlara öykünülüyor ve buna belki de zayıflamakla

başlanıyor. Hatta, sanki gerçekten farkındalarmış gibi popüler kadınlar, kendi rejim programlarını açıklayarak nasıl zayıfladıklarını anlatıyorlar. Yine de, yeme bozukluklarının yalnızca böyle bir özentiden kaynaklandığı doğru değil. Sosyal ve psikolojik etkenler kadının vücudunu algılayış ºeklini değiştiriyorsa, yani vücuduyla ilgili olarak gerçekleri göremiyorsa, yeme bozukluğu başlıyor demektir.

eden Kütle Endeksi:

Buradaki resimde beden kütle endeksine (BKE) göre ayrılmış gruplar görülmekte. BKE kilonun boy uzunluğunun karesine bölünmesiyle elde ediliyor. Örneğin boyu 1.70 m ve kilosu 60 kg olan birinin BKE’si 60/1.702’den 20.76 çıkıyor. Yani yandaki tabloya göre normal kilonun alt sınırına yakın bir değer. BKE ırklara göre de değişiklik gösteriyor. Örneğin uzak doğuluların BKE’i bizlerden daha düºük. Zayıf Normal Normalin biraz üstü Kilolu Aşırı kilolu Özellikle yaptığı iºi doğrudan vücuduyla ilgili olan kiºiler, balerinler, modeller ya da sporcularda kilo alma endiºesiyle yeme bozuklukları görülebiliyor.



Anoreksik Kişiler

Yeme bozuklukları içinde belki de en önemlisi anoreksia nervosa yani yemekten kaçınma/korkmadır. Hastalığa yakalanan kişi ne kadar aç olsa da yemiyor. Aslında

bu pek iradeyle ilgili bir şey değil; çünkü hasta yiyemiyor ve yemekten korkuyor. Bu durum kişinin aynanın karşısına geçince kendini şişman olarak algılaması

ve rejim yapmaya karar vermesiyle başlıyor. Aynanın karşısına her geçtiğinde önceleri ne kadar inceldiğinin far varabiliyor; vücut ölçüleri daralıyor; ama sonraları aynadan gelen ses hiç değişmiyor: "Daha ince, daha ince". Abartılmış rejimden kaynaklanan aşırı kilo kaybı, çoğunlukla kadınlarda ve az sayıda da erkeklerde görülüyor. Ama bu duruma gelmeden önce bir aşama daha var. Bulumia ve anoreksia arası belirtileri olan bu diğer yeme bozukluğu çok ilerlerse anoreksiyaya doğru ilerliyor.

Ocak 2000





Anoreksikler, kaç kilo olurlarsa olsunlar hep şişman olma korkusuyla yaşıyorlar ve ne kadar zayıfladıklarının asla far varmıyorlar. Bu aslında yavaş yavaş gerçekleşen bir intihardan farksız. Çünkü bu hastalığa yakalananların % 10 ila 20’si komplikasyonlar yüzünden bu hastalıktan kurtulamadan ölüyor. Anoreksikler mükemmeliyetçidirler ve yaşam standartlarını yüksek tutmaya çalışırlar. Ama bunu aslında kendileri için yapmazlar; bir bakıma başkaları için yaşadıkları söylenebilir;

başkalarının gereksinimlerini karşılamak kendi gereksinimlerini karşılamaktan önce gelir. Ayrıca kendileri ve yaşamlarıyla ilgili olarak tek kontrol edebildikleri

şeyin yemek ve kilo olduğunu düşünürler. Eğer çevrelerinde olan bitenleri kontrol altına alamıyorlarsa, yemelerini kontrol altına alırlar ve kilo kaybettikçe kendilerini daha

güçlü hissederler. Her sabah baskülün ibresinde gördükleri aslında başarıp başaramadıklarıdır. Anoreksikler profesyonel bağlamda bir yardımı da kabul etmezler

çünkü bu tür terapilerin onları yalnızca yemeğe zorlayacağını düşünürler. Ergenlik çağındaki kızların yaklaşık % 1’i bu hastalık sırasında normal kilolarının % 15’ini kaybeder ve buna rağmen hâlâ zayıflamaya devam ederler (ki bu hiç önemsenmeyecek bir oran değildir: 50 kiloysanız kısa bir sürede 42.5 kiloya düºmüºsünüz

gibi düşünebilirsiniz). Bu hastalar için güzel yemek tarifleri toplayıp onlardan güzel ve lezzetli yemekler yaparak arkadaşlarına ve ailelerine ziyafet çekmek çok doğaldır;

ama ne yazık ki bu ziyafetin etkin bir katılımcısı olmazlar. Her ne kadar hastalık yalnızca bireyin kendiyle ilgiliymiş gibi görünse de, dış etkenler de kişinin hastalığa

yakalanmasında etkili olabilir. Ailedeki ya da yakın çevredeki insanların fazla kiloya karşı verdikleri tepkiler bunlardan biridir. Örneğin bir annenin kilo ve fiziksel görünüºle ilgili olarak kızının çok üstüne düşmesi onun bir yeme bozukluğu geliştirmesine neden olabilir.

Bulumikler

Bulumia nervosa, (kusma hastalığı) bir abur cubur seansından sonra, yani fazla yemekten sonra, kişinin istemediği fazla kalorilerden kurtulmak için kusma yolunu seçtiği bir hastalıktır. Abur cubur yeme seansları kişiye göre değişir. Ancak bir kerede 1000 kaloriden 10 000 kaloriye kadar çıkabilir. Bu kalorilerden kurtulmak için hasta ya kusar ya da laksatif kullanır. Bir de, zayıflama hapları alma, aşırı egzersiz yapma ve bu yüzden aşırı yorgun düşme gibi yolları seçenler de vardır. Bulumikler de anoreksikler gibi kendilerinin güvenli bir ortamda yaşamadıklarını düşünürler. Yaptıkları her şeyi başkalarını rahat ettirmek için yaparlar ve duygularını sürekli saklarlar. Yemek, bu kişilerin tek güven kaynağıdır. Ayrıca kusma işlemi burada tıpkı ağlama, bağırma ya da öfke duyma gibi, bir tür duyguların dışavurumu olarak da algılanabilir. Bu hastalık bazen rejime başladıktan sonra ortaya çıkabilir. Rejim sırasında örneğin hasta, tatlılara duyduğu aşırı iştahla kendini tutamayıp bunları tüketir sonra pişman olarak kusmayı dener. Yaptığını kendi de anlamlandıramayıp bir içine kapanış yaşayan hasta, bunu başkalarından da gizlemek ister. Bu yüzden aileler, hatta eşler bile yıllarca bu durumdan habersiz kalabilir. Bulumia nervosa’da da zayıflama pek görülmez. Tıpkı anoreksia’da olduğu gibi, bulumia da ergenlik döneminde başlar. Bu durum çoğunlukla kadınlarda görülse de, erkeklerde de rastlabilir.

kültürel faktörler kişilik özellikleri beden kütle endeksi Beden algısının normal olmadığı yeme bozukluğu gösteren kişiler, ne kadar zayıf olurlarsa olsunlar kendi bedenlerinden hoşnutsuz yaşıyorlar.

Yeme Bozuklukları

Bilim ve Teknik Nuray Karancı

Prof., Dr., ODTÜ Psikoloji Bölümü

Yeme bozukluklarının ortaya çıkışında çok değişkenli bir model kullanılması gerekir. Bu değişkenler arasında kültürel faktörler, kişinin beden kütle endeksi ve aile ve kişilik özellikleri incelenmelidir. Farklı kültürlerde kişinin bedeni ile ilgili değişik beklentiler ve baskılar bulunmaktadır. Gelişmiş batılı kültürlerde, zayıflık ve bakımlı bir vücut beklentisi yaygın olarak görülmekte ve bu beklenti medya ve moda yolu ile güçlü bir tarzda aktarılmaktadır. Bu nedenle zayıf olma yönünde bulunan kültürel baskıların anoreksia ve bulumia’nın ortaya çıkışında etkin bir rol oynayabileceği ortadadır. Ancak beden kütle endeksi doğal olarak düşük olan kişilerde bu beklentiler kişide bu tür patalojik yeme davranışlarını ortaya çıkarmayacaktır. Ailenin özellikleri ve dinamikleri, aşırı kontrol ve karışma, aile bireyleri arasında sınırların belirsizliği gibi özellikler ve/veya kişinin kendi kişilik özellikleri de yeme bozukluklarının gelişmesinde önemli bir yer tutmaktadır. Yeme bozukluğunun gelişebileceği en riskli grup yaşadığı kültürde veya çevresinde zayıflık yönünde baskı bulunan, doğal olarak beden kütle endeksi yüksek olan ve kendisinde mükemmeliyetçilik veya sosyal onay beklentisi çok yüksek olan ve aile içi dinamiklerinde aşırı kontrol veya sınırsızlık bulunan kişilerdir. Tüm bu değişkenlerin kadınları daha fazla etkilediği, kızların özellikle annelerinden algıladıkları zayıflama yönündeki baskılara karşı çok hassas oldukları gözlenmiştir. Yeme bozukluklarının gelişmesinden sonra devam etmelerinde hem sosyal pekiştireçler (çevre tarafından beğenilme, modayı takip edebilme) hem de psikolojik süreçler yer almaktadır. Bu nedenle, bu bozuklukların erken tanı ve tedavisi önemlidir. Bilişsel-Davranışçı yaklaşıma göre yeme bozukluğu gösteren kişilerde benlik saygısı ve beden görünüşü kiloya endekslenmiştir. Kişi “eğer zayıf olmazsam, beğenilmem ve sevilmem” gibi aşırı katı ve rasyonel olmayan bir düşünceye sahiptir. Sevilmenin tek yolu olarak zayıf olabilme ön plana çıkarıldığında tüm yaşam bu kontrolü sağlama üzerine kurulur. Önemli olan kişiye bu düşüncelerinin yarattığı olumsuz ve kısıtlayıcı yaşam şeklini farkettirmek ve bu beklentileri değiştirebilmektir.




*Anoroksiya Nervosa *Bulumia Nervosa *Kontrolsüz Yeme
Kısa bir süre içinde çok kilo kaybetmek . X
Çok zayıf olunduğu halde rejime devam etmek . X
Zayıf olduğu halde şişman olduğuna inanmak X
Aylık menstrasyon dönemlerinde aksaklık X X
Yemeğe alışılmadık bir ilgi göstermek ve garip yeme rituelleri geliştirmek X X
Gizlice yemek yemek X X X
Takıntılı bir biçimde egzersiz yapmak Roman size=3>X X
Ciddi depresyon X X X
Aşırı derecede yemek yemek X X
Kusma ya da kusturmaya, dışarı çıkmaya yarayan ilaçlar kullanma X

Aşırı yemek yiyen ve kilo almayan
X
Banyoda uzun süre kusma amaçlı kalmak X
İlaç ve alkol alımında artış X X
Bazı insanlar Anoroksiya ve Bulumia yı aynı anda geçirebilir.





Kontrolsüz Yeme

Kendini kontrol edemeden yeme de bir hastalıktır. Tıpkı bulimia’da olduğu gibi, kontrolsüz yeme seanslarında aşırı kalorili yiyecekler bir defada tüketilir. Ama bu hastalar aldıkları kalorileri vücutlarından atmazlar. Hastalar bu seanslar için kendilerini kontrol edemediklerini söylerler. Ancak kendilerini artık yiyemeyecek kadar rahatsız hissettiklerinde yemeyi keserler. Bu insanlar daha zor kilo verirler ve aşırı şişmandırlar.



İşin Kimyası
Roman size=2>

Yeme bozukluklarını başka açılardan da anlamak için bilim adamları, biyokimyasal araştırmalar da yapıyorlar. Daha çok nöroendokrin sistemine (merkezi sinir ve hormon

sistemlerinin birleºimi) bakılıyor. Nöroendokrin sistemi fiziksel büyüme ve gelişimi, iştah ve sindirimi, uykuyu, kalp ve böbrek fonksiyonlarını, duyguları, düşünceyi, cinsel fonksiyonları, ve daha birçok şeyi dengeler ve idare eder. Merkezi sinir sistemindeki kimyasal ileti maddeleri olan nörotransmitter’ler hormon salgısını

kontrol eder. Bilim adamları birer nörotransmitter olan serotonin ve norefinefrin seviyesinin depresyon sırasında düştüğünü keşfetmişlerdi. Aynı durum yeme bozukluğu olan kişilerde de geçerli. Yeme bozukluğu geçirenlerin çoğu, depresyon da geçirdiği için bilim adamları bu ikisi arasında bir bağlantı yakalamaya çalışıyor. Gerçekten de antidepresan kullandırılan bazı anoreksiklerin serotonin düzeyindeki artışla beraber iyi yöndeki değişimleri bilim adamların sevindiriyor. Anoreksiklerin ve depresyon altında olanların bir ortak yönü daha var. Her ikisinde de kortizol (bu hormon stres durumunda salgılanıyor) düzeyi normalin üstünde. Bilim adamları yüksek kortisolün hipotalamustaki bir sorundan kaynaklandığını gösterebilmişler. Yeme bozuklukluğunun depresyonla bağlantısına benzer bir bağlantı da obsesif-kompulsif bozukluklarda

(OKB) var. Serotonin düzeyi OKB olanlarda da çok düşük. Bulumiklerin çoğunun obsesif davranışlar da geliştirdiği düşünülürse, ikisi arasında bir bağlantı bulunması şaşırtıcı değil. Yeme bozukluklarıyla beyin kimyasallarının ilişkileri hayvanlarla yapılan deneylerle de araştırılıyor. Örneğin, peptit YY ve nöropeptit Y düzeyindeki

değişikliğin laboratuvar hayvanlarında yeme davranışını etkilediği ortaya çıkmış. Bulumiklerde düºük olan kolesistokinin de yine laboratuvar hayvanlarına verildiğinde

bunların kendilerini tok hissederek yemeği durdurdukları gözlenmiş. Bu da bulumiklerin neden yemekten bir türlü tatmin olamadıklarının bir göstergesi olabilir.
Roman size=5>

Tedavi

Yeme bozukluğu çeken hastalarda, özellikle açlık tehlikesiyle karşı karşıya olan anoreksiklerde yaşamsal organlar özellikle kalp ve beyin hasar görür. Vücut kendisini

koruyabilmek için bir nevi vites küçültür. Menstrüasyon döngüsü durur. Nefes alış ritmi ve kalp yavaşlar, kan basıncı düşer ve tiroid bezinin işlevleri yavaşlar. Saçlar ve



*Bazı insanlar anoroksiya ve bulumiayı aynı anda geçirebilir tırnaklar kırılganlaşır; deri kurur, sararır ve küçük tüylerle kaplanır. Aşırı susama ve idrar görülür. Vücuttaki yağ oranının düşmesi vücudu soğuğa karşı dayanıksızlaştırır. Bunlara yarı kansızlık, eklemlerin zayıflaması da eklenebilir. Ayrıca eğer hastalık ilerlemişse kalsiyum ve buna bağlı kemik erimesi de gözlenir. Beyin küçülmesiyle birlikte kişilik değişimi de başlayabilir. Bulumia nervosa hastaları, normal kiloda olsalar bile vücutları sıkça yapılan yeme ve kusma seansları nedeniyle zarar görür. Kontrolsüz yeme sırasında mide büyür ve kusma sırasında da potasyum kaybedildiğinden kalpte sorun yaşanır. Kusma sırasında mideden çıkan asit geçtiği yolları tahriş eder. Anoreksiyada olduğu gibi, bulumiada da menstruasyon döngüsü kesilebilir. Bulumia olan kişilerin bağımlılıklarla da başları derttedir. Bunların içinde bazı ilaçlar ve alkol başta gelir. Ayrıca tıpkı anoreksiyada olduğu gibi, depresyon, sinir ve diğer psikolojik sorunlarla karşı karşıyadırlar. Bu hastayı intihara kadar götürebilecek bir durumdur. Kontrolsüz yeme hastalığına bağlı şişmanlıkta da yine şişmanlıktan kaynaklanan bir dizi sorun yaşanır: Yüksek kolesterol, yüksek kan basıncı ve şeker hastalığı gibi. Yeme bozuklukları da yine ne kadar erken tanı konulursa o kadar çabuk tedavi edilebilir. Ama ne yazık ki doktor tanıyı koymuş bile olsa, hasta bir sorunu olduğunu yadsıyabilir; bu yüzden de, zayıflıkta tehlike sınırına gelene kadar tıbbi ve psikolojik yardım almayı reddeder. Bulumikler ise normal kiloda kalmayı başarabilirler ve hastalıklarını yıllarca saklayabilirler. Bu yüzden hastaları tedavi altına alabilmek oldukça güçtür. Ama, her Roman size=7>ne olursa olsun er ya da geç bir tedaviye başlanması gerekir. Profesyonel yardımın yanında ailelerin ve yakın çevrenin de yardımları bu tür hastalar için çok önemlidir. Tedavi yoğun ve çok yönlü olduğundan farklı uzmanların ortak çalışması gerekir. Bu uzmanlar en azından bir beslenme uzmanı, bir iç hastalıkları uzmanı, bir psikoterapist ve bir psikofarmakologdan oluşur. Bundan sonra doktor hastanın uzun dönemli bir tedaviye gereksinimi olup olmadığına karar verir. Eğer hızlı ve büyük oranlarda kilo kaybedilmişse metabolizmadaki aksaklıklar giderilmeye çalışılır ve bireysel psikoterapi uygulanır. Anoreksikler tedavi sırasında normal bir insanın gereksiniminden çok kalori almalıdır ama bu onların istedikleri en son şeydir. Bu yüzden de hastanın yemekle ilgili ilişkilerinin düzenlenmesi için bir psikoterapiste gereksinim vardır. Bu terapist hastanın yeme bozukluğuyla ilgili sabit fikirlerini değiştirmesine yardımcı olur. Özellikle aile ve yakın çevrenin bu kişilere karşı olan tavırları önemlidir. Aslında ailenin çocuklarının görünüşleriyle ilgili yaptığı yorumlar çocuklar üzerinde büyük etkiler yapacağından bu konuda dikkatli olunmalıdır. Hastalık başlamış olsa da olmasa da çocuğun nasıl görünürse görünsün ailesi ve çevresi tarafından kabul edileceğini bilmeye ihtiyacı vardır. Yeme bozukluğu başladıktan sonra da hastayı yemek yerken izlememek ya da başkalarının nasıl zayıfladığıyla ilgili yorumlar yapmamak gerekir. Hastanın yeme bozuklukları ve sonuçlarıyla ilgili bilgilendirilmesi ve tedavi için desteklenmesi tedaviye başlamada yardımcı olacaktır. Bu yüzden yakın çevrede olan kişilerin bu konuda mümkün olduğu kadar çok şey okuması, hastalığın ve hastanın daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Bu bir yardım çığlığı olabilir.

Özgür Ergin

Konu Danışmanı: Nuray Karancı

Prof., Dr., ODTÜ Psikoloji

Kaynaklar

Boskind-White, M., White, C., W., “Bulimarexia”, W W Norton

and Company, 1983

MacSween, M., “Anorexic Bodies”, Routledge, 1995

http://www.acadeatdis.org/mainpage.htm

http://www.dartmouth.edu/comunity/chd/edbrochure.html

http://www.diabetes.org/diabetesforecast/97apr/pg26.htm

Bilim ve Teknik

Büyük ailelerde olduğu gibi herkesin belli bir saatte toplanıp ortaklaºa yemek yediği

günler geride kalmışa benziyor. Daha çok, bireysel planlar yapılıyor ve kiºiler kendilerine

en uygun zamanda yemeklerini yiyorlar, ailede biri diğerinin ne zaman yediğiyle pek

ilgilenmiyor. Ayrıca baºka iºlerle uğraşırken özellikle televizyon izlerken yemek yeniyor

ya da aslında geçiºtiriliyor diyebiliriz.

Kaynak: Bilim ve Teknik Ocak 2000