hastalığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hastalığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Şubat 2008 Pazartesi

Miyop, hipermetrop, astigmat tedavisi

Miyop, Hipermetrop, Astigmat

Miyop, Hipermetrop, Astigmat nedir? nasıl anlaşır ve nasıl tedavi edilir?

Miyopi nedir?
Miyopi, halk arasında “uzağı net görememe” olarak biliniyor. 5 ile 18 yaş arası artan ciddi bir sorun. Basit miyopi, toplumda yüzde 25 oranında görülüyor ve düzeltmeyle tam görme kazanılır. Ara tip miyopide düzeltme sonucu göz tamamen ya da tamamına yakın şekilde görebiliyor. Bu tip sorunların yüzde 60’ında retinayla ilgili sorunlar ortaya çıkıyor. Dejeneratif miyopi ise ilerleyici miyopi ya da yüksek miyopi olarak adlandırılıyor. Yüksek dereceli miyopların yüzde 30’unda göz içi basıncı yüksek seyrediyor ya da glokom göz tansiyonu gelişme riski vardır.

Neden uzağı göremiyoruz?
Neden çoğu zaman kalıtsaldır. Hastaların bir kısmı iyi göremediğinin farkında olmuyor. Yakını net gördükleri için uzaklaştıkça cisimlerin netliklerini kaybetmelerini doğal karşılıyorlar. Bunun sonucunda da, kırma kusurları uzun süre fark edilmiyor.

Nasıl tedavi edilir?
Miyopi, hafif veya ileri derecede olabilir. Bu kusurun tedavisi için gözlük, kontak lens, lasik (excimer laser) ve cerrahi yöntemlere başvurulur.

Miyopi için kullanılan gözlük kalın kenarlı ve camın ortası kalın olduğundan estetik problem de ortaya çıkıyor. Kontak Lens, gözlüğe göre daha avantajlı olmasının yanı sıra, alerji ve enfeksiyona yol açabiliyor. Ayrıca, sürekli bakım gerektirmesi de bir başka dezavantajı. Lazer ise korneanın yeniden şekillenmesi esasına dayanıyor. Excimer lazer uygulandıktan sonra kapakçık yeniden kapatılıyor. İşlemin ardından, hasta ertesi gün normal yaşantısına dönüyor. Bu işlem yeni teknoloji sayesinde ortalama 6 ile 8 dakika sürüyor.

Hipermetropi nedir?
Halk arasında “yakını görememe” olarak biliniyor. Genelde neden kalıtsaldır. Yaş ilerledikçe uyum yeteneği azaldığı için yakını ve uzağı görme sorunu baş gösteriyor. Fakat gözde zorlanma olduğundan dolayı bunun sonucunda gözün sulanması ve ağrıması gibi bir takım komplikasyonlar da ortaya çıkar. Ağır ve çok ağır hipermetrop ise her yaşta, hem uzağı hem de yakını az görüyorlar. Hipermetroplarda kusur genellikle iki gözde birden oluşur. Ancak, bazı durumlarda sorun sadece tek gözde de gelişebiliyor. İşte, bu durumun özellikle çocukluk çağında hemen tespit edilmesi gerekiyor.

Hipermetropi tedavi edilmezse ne olur?
Bu sorun erken teşhis edilmediği takdirde “göz tembelliği” sorunu ortaya çıkıyor. Hipermetropinin erken teşhis ve tedavisi özellikle çocuklarda çok önemli. Çocukların göz numaraları saptanmalı, her iki göz arasında ciddi bir derece farkı varsa, zayıf olduğu bilinen göz, egzersizlerle çalıştırılmalıdır. Dolayısıyla, her çocuğun sorunu olsun olmasın 2 yaşında mutlaka bir göz doktoru tarafından muayene edilmesi gerekiyor. Ancak ailede bilinen bir göz hastalığı, anne ve babada çok yüksek bir gözlük derecesi varsa, rutin muayenelerin daha da erken yaşlarda yapılması, çocuğun göz sağlığı açısından önemli rol oynuyor.

Yakını net görememenin tedavisi yalnızca gözlük müdür?
Hipermetropi tedavisinde de yine gözlük, kontakt lens ve lazer yönteminden yararlanılıyor. Bu kez görüntü arkadan öne toplanmaya çalışıldığı için kenarları ince, ortası kalın mercek kullanılıyor. Kontakt lensin de aynı özellikleri taşıması gerekiyor. Günümüzde hipermetropinin lazer tedavisindeki başarı oranı yüzde 90’lara kadar yükseldi. Üstelik, artık 6 - 7 derecedeki ciddi hipermetropiler de rahatlıkla tedavi edilebiliyor. Hipermetropinin tedavisinde de miyopideki kriterler söz konusu. Yaklaşık 10 dakika süren ameliyat işlemleri sırasında hasta hiçbir ağrı ve acı hissetmiyor. Sadece gözüne ışığın geldiğini fark ediyor.

Astigmat nedir?
Gözün kırıcı ortamlarında özellikle korneada değişik meridyenlerdeki kırılma miktarının aynı olmaması durumuna astigmatizma deniyor.
Düzensiz astigmatizma, korneada, keratit, kornea ülseri ya da travmaya bağlı düzensizlikler olur. Astigmada da neden genellikle kalıtsaldır.

Astigma olup olmadığımızı nasıl anlarız?
Bulanık, çift görme ve gölgeli görme, baş ile göz ağrısı, sık arpacık çıkarmak, kirpik dibi iltihabı gibi belirtilerle ortaya çıkıyor. Ağır astigmatı alan hastalar çevrelerindeki nesneleri çarpık ve bozuk görüyor.

Astigmatın tedavi yöntemleri neler, çok alternatif var mı?
Düzenli astigmatizmanın tedavisinde gözlük, kontakt lens ve artık tedavisi de uygulanabiliyor. İleri astgmat hastalarında ise kornea nakli bile uygulanabiliyor.

Göz sağlığı

Gözde 7 Tehlike
Görmenizi ciddi olarak tehdit eden hemen tüm hastalıklar…

Hayatınızın ilk yarısında görmenizi ciddi olarak tehdit eden hemen tüm hastalıklar tehlike sinyalinin biri veya birkaçı ile kendini ele verir. 7 Kanser tehlike sinyalini bilmeniz gerektiği gibi bunları da bilmelisiniz.

1. Sürekli kırmızılık: Kızarıklık ciddi veya önemsiz bir göz problemine bağlı olabilir. Nasıl ayırtedilebilir? Genellikle ciddi bir hastalıkta diğer belirtiler de mevcuttur. Ancak, başka bir semptom yoksa bile olağandışı bir kızarıklık devam ediyorsa doktorunuz tarafından görülmelidir.

2. Devam eden ağrı veya gözde veya çevresinde rahatsızlık hissi. Sağlıklı bir göz ağrı yapmaz. Hepimizde vücudumuzun orasında burasında hafif ve gelip geçici ağrılarımız olur. Göz de buna dahildir, belki yorulduğumuz zaman. Ancak sürekli ağrı normal değildir. Özellikle göz kızarıksa veya diğer tehlike sinyalleri de varsa.

3. Görme bozukluğu: Göz görmek içindir ve en önemli tehlike sinyallerinden biri görme problemidir. Görme bozukluğu birçok şekilde olabilir. Örneğin yakın veya uzakta detaylar bulanıklaşabilir. Böyle bulanıklaşma sıklıkla basit bir gözlük gereksinimidir. Ciddi değildir ve tabii körlüğe neden olmaz. Ancak bulanık görme diabete, hipertansiyona, zehirlenmeye ve daha birçok ciddi probleme bağlı olabilir.

Periferik görme kaybı gözde veya beyinde önemli bir hastalığa bağlı özellikle kötü bir sinyaldir. Bildiğiniz gibi normalde yalnızca düz kaışınızı değil, iki tarafınızı da görürsünüz. Aynı anda görebildiğiniz bütün bu alana görme alanı denir. Şayet bu alanın bir kısmı görülüyorsa nedeni hemen her zaman retina, optik sinir veya beyin hastalığıdır.

Çift Görme diğer bir kötü semptomdur. Herşeyi iki tane görmek gözlerin düzgün pozisyonda olmadığını ifade eder. Genellikle beyin tarafından gözlerin kontrol edilmesinde bir probleme bağlıdır. Şarhoşken olduğu gibi geçici olabilir. Persistan çift görme kötü bir belirtidir.

Bazen bir gözün önünde aniden uçuşan noktalar belirir. ?arlak, beyaz bir yüzeye veya gökyüzüne baktığınızda gördüğünüz birkaç çizgi veya noktayı kastetmiyorum. Küçük sinekler gibi önünüzde dans eden yüz veya bin noktayı kastediyorum. Bu noktalar, gözün gerisindeki jel olan vitre sıvısı içine dağılmış hücrelerdir. Bu hücreler, kanamaya bağlı kırmızı kan hücreleri veya enfeksiyona bağlı beyaz kan hücreleri olabilir. Ne kanama ne de enfeksiyon göz içinde istenen bir şey değildir!

4. Şaşı Gözler: Çocuklukta veya erişkinde sonradan bir gözün içine veya dışına dönmesi beyinde gözlerin kontrolünün kaybolduğunu gösterir. Bu durum göz görmediği için ve beyne hangi doğrultuya baktığını anlatamadığı için gelişebilir. Veya beyin kontrol sistemlerinin kendisi bozulmuş olabilir.

5. Büyüyen kitleler: Göz üzerinde veya kapaklar üzerinde şişlikler ve kitleler kanser, infeksiyon veya görmeyi bozan diğer anormal durumlara bağlı gelişebilir. Birçok küçük etbeni ve siyah benler kapaklar üzerinde zararsızca gelişebilir. Benim kastettiğim bu küçük problemler değil, gittikçe büyüuen anormal kitlelerdir. Spontan olarak kanayanlar hemen kesin olarak kötü huyludur. Kanserlerin ağrı yapması şart değildir.

6. Sürekli Kabuklanma ve Sekresyon: Gözün yüzeysel enfeksiyonları irritasyona neden olarak gözden veya kapak kenarlarından yapışkan, iltihabi akıntıya yol açar. Bu akıntı kirpik diplerinde ve köşelerde kuruyunca sert kabuklar oluşur. Göz yüzeyi enfeksiyona dirençlidir. Ancak ince yüzeysel hücre tabakası sıyrıldı ise örneğin, katarakt lens takarken veya sertçe gözler ovuşturulduğunda, yüzeysel mikroplar hassas derin dokulara girebilir ve hızla çoğalır. O nedenle enfekte bir göz sağlıklı bir göze zarar vermeyen önemsiz sıyrıklardan bile zarar görebilir. Bu tip enfeksiuonlar uygun antibiotik kullanımı ile temizlenmelidir.

7. Pupilla Değişiklikleri: Normalde, pupillalar (irisin merkezindeki siyahlık) yuvarlak veya iki gözde eşit büyüklüktedir. Pupilla büyüklüğü göz içine giren ışık miktarını ayarlar ve beyin tarafından kontrol edilir. Muayenenin önemli bölümlerinden biri pupilla muayenesidir. Çünkü bu beyinle normal veya bozuk sinir bağlantılarının sonucunu gözlemenin en kolay şeklidir. Ayrıca gözün kendisinin ciddi hastalıkları da pupilla değişikliğine yol açar. O nedenle düzensiz bir pupilla veya iki göz arasında büyüklük farkı önemli bir tehlike sinyalidir.

Özet olarak, 7 tehlike sinyalinden birinin veya birden fazlasının varlığı gözardı edilmemelidir. Çünkü problemin tanınması ve zamanında değerlendirilmesi ve tedavisi gözün kör olmasını önleyebilir.

Bel ağrısı

Bel ağrısı ağrı kesiciler spinal manipülasyon

Yetişkinlerin %80 inde, yaşamlarının bir döneminde önemli derecede bel ağrısı olmaktadır. Bel ağrısı, işgücü kaybına neden olan ve faaliyetlerimizi etkileyen sağlık sorunlarından birisidir. Belle ilgili zedelenmeler, işyerinde çalışanlar arasında görülen toplam yaralanma ve hastalıkların yaklaşık %20 sini oluşturmaktadır.

Bel ağrısının önlenmesi amacıyla yaygın olarak uygulanan stratejiler, vücut formunun geliştirilmesine yönelik egzersiz, sırt mekaniği ve ağırlık kaldırma konusunda eğitim ve lomber desteklerdir (genellikle ek destek sağlamak üzere belin çevresine hafif bir elastik kuşak sarılması). Ancak bu önlemlerin etkinliği tam olarak bilinmemektedir.

Bel ağrısına birkaç etken neden olabilir. Bunların başında zedelenmeler ve yaşlanmanın etkileri gelir. Bel ağrısı vakalarının çoğunluğunun önemli olduğu düşünülmemektedir ve bunlar, doktorun önereceği basit tedavilerle geçmektedir.

BEL AĞRISININ ÖNLENMESİ :

- Sırt kaslarınızın güçlü ve esnek olmasını sağlamak için düzenli egzersiz yapın.

- Ağırlık kaldırırken, doğru teknikleri uygulayın (bütün cisimleri, vücudunuza yakın tutarak kaldırın ve bükülmekten, ileriye doğru eğilmekten ya da cismi kaldırırken uzanmaktan kaçının)

- Uygun vücut ağırlığını koruyun ve sigara içmekten kaçının

Ayakta dururken ya da otururken uygun pozisyonda olmaya dikkat edin.

NE ZAMAN DOKTORA GİTMENİZ GEREKİR?:

Belirtiler şiddetliyse ve birkaç gün içinde geçmiyorsa

Ağrı günlük etkinlikleri engelliyorsa

Barsak ya da mesane kontrolüyle ilgili sorunlarınız varsa

Kalça ya da rektum bölgesinde uyuşma hissediyorsanız

Bacağınızda güçsüzlük ya da uyuşma varsa

TEDAVİ SEÇENEKLERİ :

İlaç :

Hafif ila orta şiddette belirtileri olan kişilere asetaminofen, aspirin ya da ibuprofen gibi ağrı kesiciler yeterli olabilir.

Sırta sıcak ya da soğuk uygulaması:

Belirtilerin başlangıcını izleyen 48 saat içinde, her seferinde 5-10 dakika süreyle olmak üzere, sırtınıza soğuk su torbası (ya da buz torbası) uygulayabilirsiniz. Kırk sekiz saatten uzun süren belirtiler için, ağrıyı gidermek amacıyla bir sıcak su torbası uygulamayı ya da sıcak su banyosunu deneyebilirsiniz.

Spinal manipülasyon :

Bu tedavi sadece bu konuda uzman bir kişi tarafından uygulanmalıdır ve bazı vakalarda, belirtilerin ortaya çıktığı ilk ay içinde yararlı olabilir.

AMELİYAT

Bel ağrısı vakalarının çoğunluğu, ameliyata gerek olmadan tedavi edilebilmektedir. Ameliyatın en sık rastlanan gerekçesi, disk kaymasına bağlı basınç nedeniyle sinirde ve bacakta oluşan ağrıdır.

Boyun ağrısı

Boyun ağrıları bel ağrıları kadar sık görülmemekle birlikte, her yaş grubunda karşılaşılabilen, yaşam kalitesini düşürüp iş gücü kaybına neden olabilen önemli bir sorun.

Yanlış duruş, psikolojik stres, soğuğa maruz kalmak, yorgunluk gibi etkenler boyun bölgesinde ağrı nedenidir. Uzun süreli bilgisayar - daktilo kullananlar, sürekli tek noktaya odaklaştıkları için boyun kaslarının yeterince hareket etmemesi sonucu ağrı çekerler.

Boyun ağrısı nedenleri 3 temel grupta incelenebilir:

Kas iskelet sistemi kaynaklı mekanik nedenler

Boyun dışı bölgelerin hastalıklarının neden olduğu ağrının boyun bölgesinde hissedilmesi (yansıyan ağrı)

Boyun bölgesini tutan yangısal, enfeksiyöz ve tümöral hastalıklar.

Akut boyun ağrısının en sık nedenleri:

Boyun fıtığına bağlı ağrı atakları

Miyofasiyal ağrı sendromu

Boyun bölgesindeki yumuşak dokuların zorlanması (Servikal strain)

Kronik boyun ağrısnın en sık nedenleri:

Boyun kireçlenmesi

Sık görülen bazı iltihaplı romatizmal ağrılar (Ankilozan Spondilit, Romatoid artrit)

Fibromiyalji

Özellikle stres boyun kaslarında kasılmaya neden olur ve boyun ağrısı ve gerilim baş ağrısı ortaya çıkar. Bu şekilde ortaya çıkan ağrılarda kas gevşeticilerin yanı sıra bölgeye yapılan enjeksiyonlar, gevşeme egzersizleri, fizik tedavi yapılması ve antidepresan ilaç verilmesi yoluna gidilir.

BOYUN FITIĞI

Belde olduğu gibi boyunda da fıtık olabilir. Omurları birbirinden ayıran diskler yarı eklem sayılırlar. Disk ortasında jel kıvamında bir madde ve bunun çevreleyen yastıkçıklardan oluşur. Bu yastıkçıklardan daha dışta olanlar içtekilerine göre serttirler. Yaşın ilerlemesi ve travmaya maruz kalma durumlarında bu yastıkçıklar yıpranmaya başlar. Dıştaki tabaka giderek incelir, ani yapılan ters bir hareket sonrasında yırtılır. İçteki jel kıvamındaki madde bu yırtıklardan dışarı doğru kayarak, omurilikten çıkıp kolumuza giderek o bölgelere hareket emri veren veya o bölgelerin duyusunu algılamanızı sağlayan sinirinize baskı yapar. Böylece boyun-kol ağrısı ve o kolumuzda uyuşma, karıncalanma, bazen de güçsüzlük hissederiz.Böyle durumlarda ilaç tedavisinin yanı sıra öncelikle istirahat, daha sonra fizik tedavi, yetmediği durumda ise son zamanlarda gelişen tekniklerle bölgeye iğne (epidural steroid enjeksiyonu) veya kateter (epidural lizis) adı verilen ince sondalarla girilerek ilaç verilmesi, bu da olmadığı taktirde cerrahi girişim gerekebilir. Hasta düzenli olarak boyun egzersizlerini yaparak ve boyun koruma prensiplerine uyarak ağrının sık tekrarlamasını önleyebilir.

BOYUN KİREÇLENMESİ

Servikal omurgayı meydana getiren yapıların(kemik, bağ, kas) yozlaşması sonucu ortaya çıkan ve buna bağlı sinir ve damarsal bozuklukları da içeren klinik bir tablodur. Nedenlerinin yaşlanma, mikro travmalar, makrotravmalar, duruş bozuklukları ve genetik faktörler olduğu düşünülmektedir. Boyun ağrısı, kola yayılan ağrı, baş ağrısı, boyunda tutukluk, kolda güçsüzlük - hissizlik- yanma- batma, ellerde zayıflık- beceri azalması- uyuşma- karıncalanma, kulak çınlaması, baş dönmesi ve bulanık görme gibi yakınmalara neden olabilir.

Boyun kireçlenmesine bağlı ağrının tedavisinde kullanılan yöntemler:

İstirahat

Boyun korsesi

İlaç tedavisi

Fizik tedavi

Egzersiz

Enjeksiyon yöntemleri

Eğitim

FİBROMİYALJİ

Fibromiyalji; süregen ağrı, tutukluk, yorgunluk ve vücudun bazı noktalarında derin hassasiyet ile tanımlanan bir hastalık grubudur. Sıklıkla 30- 60 yaşları arasında ve kadınlarda görülür. Ağrı, yaygın olmakla birlikte sıklıkla boyun ve bel bölgesinin derin dokularında hissedilir. Omuz, dirsek, diz ve ellerde de ağrı olabilir. Baş ağrısı sıklıkla eşlik edebilir. Hasta, el ve ayaklarının şiş olduğundan yakınabilir. Ancak şişlik sıklıkla saptanamaz. Sabahları dinlenmeden uyandığını ifade eden hasta sayısı oldukça fazladır.

Yakınmalar soğuk ve/ veya nemli hava, yorgunluk, psikolojik gerginlik ve hareketsizlikle artarken sıcak ve kuru havada, masaj ve aktivite ile azalır.

Fibromiyalji genellikle kendisinden ve çevresinden beklentileri fazla olan kişilerde görülür.

Fibromiyalji hastalığında tedavi oldukça güç ve yavaştır. Hastalık genellikle yıllar boyu devam eder. Çeşitli tedavi programları ile geçici bir rahatlama sağlanabilir. Ancak yakınmaların tamamen kaybolması nadirdir. Tedavide 1. basamak hastaya hastalık hakkında bilgi vermektir. 2. basamağı ise ağrıyı geçirme ve fonksiyonu artırmaya yönelik tedavi girişimleri (ilaç tedavisi, fizik tedavi ve egzersiz) oluşturur.

SERVİKAL STRAİN

(Boyun bölgesindeki yumuşak dokuların zorlanması):

Travma ve duruş bozukluğu sonucu gelişen, boyunda tutukluk ve lokal ağrı ile karakterize bir tablodur. Masa başında çalışanlarda olduğu gibi boynu uzun süre aynı pozisyonda tutmak, yatarak televizyon seyretmek, uygun olmayan yastık ve yatakta yatmak gibi nedenler boyunda zorlanmaya yol açabilirler. Kaslarda kasılma gelişeceğinden boyundaki normal olan eğrilik azalır, boyun hareketleri ağrılı ve kısıtlı olur. Boyna yönelik radyolojik tetkiklerin sonucu genellikle normaldir.Tedavi; ilaç, fizik tedavi ve egzersiz yöntemleri ile mümkündür.

Baş ağrısı, migren

Migren öncesinde hastalar genel bir kırklık ve nöbetin başlamasından 12-24 saat kadar önceye uzanabilen tanımlayamadıkları bir huzursuzluk yaşarlar; böylece nöbetin yaklaştığını anlarlar. Bazen migren nöbeti ön belirti vermeden, beklenmedik bir anda, örneğin rahat bir uykudan sonra başlar. Ama genellikle ruhsal gerginlik ya da adet döneminin yaklaşması gibi hızlandırıcı etkenler vardır.
Migrenden hemen önce yaşanan ve baş ağrısının başlayacağını gösteren “aura” dönemi, belirtileri sara nöbeti öncesindekilere benzediği için bu adla anılır. Hastaların çoğunda ayrıca kısa bir süre için bir gözde görme alanını sınırlayan canlı bir ışık çizgisi (parıltılı skotom) belirir; bu görme kusuru başın karşı tarafında ağrı başlayınca ortadan kalkar.

Ağrı şiddetli, zonklayıcı ve ilerleyici özelliktedir. Başlangıçta gözün üzerinde yoğunlaşır, sonra şakak bölgesine yayılır.

Migrenin tuttuğu baş yarısında deri duyarlığı artmıştır; deriye dokunmak ya da en küçük baş hareketleri ağrıyı başlatabilir. Hasta ses ve ışığa karşı da aşın duyarlılaşır; bu nedenle sessiz ve karanlık bir ortam ister. İştah kesilir. Bulantı, kusma ve halsizlik sık görülen öbür belirtilerdir.

Migren nöbetlerinin süresi çok değişkendir; kısa süreli nöbetler birkaç saatten 12-24 saate kadar, ağır migren nöbetleri ise birkaç gün sürebilir.

Aşın idrar çıkartılan hızlı bir çözülme dönemiyle nöbet biter. Migrenden hiçbir iz kalmayan hasta normal yaşamına döner.

NEDENLERİ

Migrenin nedenleri ancak varsayımlarla açıklanmaktadır. Bugüne değin yapılan gözlem ve deneyler, hastalığın klinik tablosuyla ilgili sınırlı bilgilere doyurucu bir yorum getirememiştir.

Migren uzun zamandır damar ya da sinir sistemine bağlı bir hastalık olarak açıklanmaktadır. Damar sistemiyle ilgili olduğu varsayımA önceleri daha çok benimsenmiştir. Ama son zamanlarda sinir sistemine bağlı olduğu görüşü yaygınlaşmaktadır. Damar sistemini temel alan görüş, migrenin kafa atar damarlarının ağrılı genişlemesinden kaynaklandığım savunur. Gene bu kurama göre genişleme öncesinde de belirli bir odakta şiddetli bir damar büzülmesi görülür. Büzülme nedeniyle beynin bazı bölgelerine gelen kan akımı yavaşlar; buna bağlı olarak da bazı oksijen yetersizliği ve belli noktalarda geçici sinir sistemi belirtileri (aura) ortaya çıkar.

Hastalığı öncelikle sinir sistemine bağlayan yaklaşım, migren nöbetinden sorumlu birincil etkenin beyinde damar gerginliğini denetleyen bir merkez olduğunu savunur. Bu merkezin dış ve iç uyaranlara verdiği yanıtlar, migrenle ilgili damar değişikliklerine neden olur. Bu değişiklikler ve atardamar duvarlarındaki ödem sonucunda migren ortaya çıkar. Sinir sistemi ya da damarlardaki yanıtın serotonin, histamin, prostaglandinler, pıhtılaşma etkenleri, endorfinler ve monoaminoksidazlar gibi bazı maddelerin serbestleşmesi sonucunda ortaya çıktığı da öne sürülmüştür.

Migrenin oluşum sürecinde kişisel bir yat4ınlık ya da eğilim ve kalıtsal etkenlere bağlı ağrı eşiği düşüldüğü de önemlidir. Bu nedenle birçok olguda migren nöbetini önceden tahmin etmek tümüyle olanaksızdır. Çok çeşitli etkenler nöbeti başlatabilir. Heyecan, bedensel ve/ya da zihinsel yorgunluk, güneşte kalma, kapalı ortam, sigara dumanı, ani hareket, iklim değişildiği, gürültü, alışkanlıklarda değişiklik ve bazı besinler etken olabilir.

TEDAVİ

Migrende belirtilere yönelik ve koruyucu olmak üzere iki çeşit tedavi uygulanır. Belirtilere yönelik tedavi aralıklı olarak baş ağrısı çeken, nöbet sayısı ayda ikiyi bulmayan, her gün ilaç kullanmak istemeyen ya da bazı nedenlerle ilaç kullanamayan hastalar için uygundur.

Koruyucu tedavi ise nöbet sayısı ayda ikiyi aşan, nöbetlerin sıklığı ve şiddeti nedeniyle düzenli ilaç kullanmaya hazır olan hastalara önerilir. Koruyucu migren tedavisinde kullanılan birçok ilaç vardır.

Uygulamada ilaçlar yalnız etkililiğine değil, hastalık tablosuna ve hastanın biyolojik-davranışsal özelliklerine de bağlı olarak seçilir. Örneğin flunarizin, siproheptadin gibi genellikle iştah açıcı, uyku verici ve şişmanlatıcı etkileri olan ilaçlar iştahsız, zayıf ve uykusuzluk çeken hastalara verilir; şişman ve uyanıklık gerektiren işlerde çalışan hastalarda ise kullanılmaz. Propranol kalp atışları normalden yavaş olan hastalara verilmez, ama tansiyonu yüksek ve/ya da kalp atışları hızlı olan hastalarda öncelikle kullanılacak bir ilaçtır.

Hastaların büyük bölümü daha önce bazı koruyucu ilaçları kullanmış olduğundan koruyucu migren tedavisinde uygun ilaçların seçilmesi zor olmaz. Önceden kullanılmış ilaçların dikkatle sorgulanması, birkaç seçenek arasından ilaç seçiminin yapılmasını sağlayabilir.

Kronik bir hastalığın tedavisinde bir ilaç uzun süre kullanılınca hastada bazı yan etkilere yol açabilir. İlacın tedavi edici değeri yüksek olduğu halde, hasta yan etkileri nedeniyle tedaviye ara verebilir.

Migrenin belirtilere yönelik tedavisinde kullanılan ilaçlar son 30-40 yılda fazla değişmemiştir. Bunların başlıcaları ağrı kesiciler, çavdarmahmuzu türevleri, barbitürat-ağrı kesici karışımları ve ağrı kesici etkisi olan küçük ve büyük grup uyuşturuculardır (narkotik).

Migrene karşı etkileri iyi bilinen aspirin, steroid yapısında olmayan öbür iltihap giderici ilaçlar ve asetaminofen en çok kullanılan ağrı kesicilerdir. Bunlar genellikle reçeteyle değil, hastaların kendi kendilerine aldıkları ilaçlardır. Aspirin bazı hastaların ara sıra gelen baş ağrılarını gidermede de çok etkilidir.

Çavdarmahmuzu türevlerinin migrene iyi geldiği geçen yüzyıldan beri bilinmektedir. Bu konudaki araştırmaların büyük bir bölümü de bu yüzyılın başlarında yapılmıştır. Ayda iki defadan fazla baş ağrısı nöbeti tutmayan hastalarda çavdarmahmuzu türevleri çok yararlı olabilir.

Bu ilaçlarla tedavi edilen hastalar, ilaç kesildikten sonra “geri gelen” (rebound ) baş ağrıları ve kolayca oluşan ilaç bağımlılığı nedeniyle yakından izlenmelidir. Baş ağrısı başladığında ağız ya da dilaltı yoluyla 1-2 mg.lık dozlar önerilir; bu miktar 30-60 dakika sonra yeniden verilebilir ve gerekirse bir saatlik aralarla yinelenir. Hastaya verilecek en yüksek doz 6 günde mg ı, haftada ise 10-12 mg ı geçmemelidir.

20. yüzyılın başında kullanıma giren barbitüratlar da migren tedavisinde yararlanılan ilaçlardır. Ama özellikle kısa etkili barbitüratların alışkanlık yapma tehlikesi oldukça yüksektir. Çavdarmahmuzu türevleri gibi bu ilaçların da aralıklı olarak kullanılması yeterlidir. Bir ay içinde 20 den fazla kısa etkili barbitürat tableti alan bir hastada alışkanlık oluştuğunu düşünmek gerekir.

Küçük uyuşturucular grubuna giren ilaçların başlıcaları kodein ve asetaminofendir. Bunlar özellikle hafif ağrı kesici ya da barbitürat tedavisine yanıt vermeyen ve çavdarmahmuzu türevlerini alamayan hastalarda yararlıdırlar. Bu ilaçlarda da alışkanlık tehlikesi vardır ve ayda 20 tabletten fazla alan hastalarda bağımlılık geliştiği düşünülmelidir.

Ağrı kesici etkisi bulunan büyük uyuşturucular ise morfin ve türevleridir. Bunlar da bazen migren ve öbür baş ağrılarının tedavisinde kullanılır.

İlaç bağımlılığı tehlikesinin yukarıda sayılan bütün ilaçlar için geçerli olduğu unutulmamalıdır. Alışkanlık gelişen bir hastada ilaç kesildikten sonra “geri gelen” baş ağrısı nöbetleri görülebilir. Örneğin, barbitüratlarla tedavi edilen bir hasta, baş ağrısını hafifletmek için düzenli olarak günde birkaç kez ilaç alabilir. Hasta dikkatle izlendiğinde barbitürat yoksunluğu belirtileri gösterdiği ve bu belirtilerden biri olan baş ağrısını gidermek için ilacın dozunu gittikçe artırdığı görülür. Aynı süreç çavdarmahmuzu türevleri, çeşitli ağrı kesiciler ve her iki gruptan uyuşturucular için de geçerlidir. Tedavinin önemli bir yönü de nöbetin ortaya çıktığı koşulların değerlendirilmesi ve olabildiğince düzeltilmesidir.

Nöbeti başlatan ruhsal gerginlik, heyecan, hafta sonu ya da tatillerin ilk günlerindeki ani gevşemeler, peynir, çikolata, şarap gibi tiramin ya da feniletilamin içeren yiyecek ve içecekler, yaşam alışkanlıklarında önemli değişiklikler, açlık, iklim değişildiği ve hormonal etkenler dikkatle izlenmelidir.

Hastanın daha önceki tedavilere verdiği yanıt çok önemlidir. Hastalık öyküsü alınırken bu konu üzerinde özellikle durulmalıdır. Baş ağrısını şiddetlendiren menopoz, yüksek tansiyon, boyun ve/ya da ağız-çene bölgelerinde çeşitli işlev bozukluklarıyla ruhsal ve duygusal bozukluklar da titizlikle değerlendirilmelidir.

Sara hastalığı, epilepsi nedir

Epilepsi (nöbetleri), beyindeki ani elektriksel aktivite artışları sonucu meydana gelen ve beynin normal işlevlerini hasara uğratan bir durumdur. Epilepsili hastalar, genelde doğumsal olarak bu hastalığı taşırlar, ancak bazılarında daha sonraki yıllarda (kaza sonrası gibi) gelişebilir. Epilepsi ataklarının şiddeti çok değişken olabilir. İlk kez gözlendiğinde kesinlikle bir acil servise ve nöroloji uzmanına müracaat etmek gerekir.
Epilepsi tedavisinde antikonvülzan adı verilen ilaç grubu kullanılır, bunlar genelde yatıştırıcı etki gösterirler. Bunlardan en eskisi fenobatbital ve fenitoindir. Şu an için piyasada bu amaçla kullanılan çok sayıda ilaç bulunmaktadır. İlaçlarınızı kesinlikle bir nöroloji uzmanının kontrolünde kullanmanız gerekir.

Epilepsi için önerilen tedaviye yardımcı yöntemlerden birisi ketojenik diyettir. Bu diyet yüksek oranda yağ, az miktarda karbohidrat ve protein ile sınırlı miktarda sıvı içerir.

Bu diyet vücutta keton cisimlerinin artmasına yani ketozise neden olur. Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte bu durum (ketozis) epilepsi ataklarının sıklığını ve oluşumunu azaltır. Özellikle 1-10 yaş arasındaki çocuklarda ve ilaçlarla yeterli derecede tedavi edilemeyen (ilaçlardan fayda görmeyen) hastalarda etkilidir. Yetişkinlerde ve adölesan dönemde etkin olmadığı gözlenmiştir.

Aşağıda epilepsi hastalarının tedavilerine yardımcı olabilecek bazı öneriler sunulmuştur, ancak BU YÖNTEMLERDEN FAYDA GÖRSENİZ BİLE KESİNLİKLE HEKİMİNİZE DANIŞMADAN İLAÇALRINIZI BIRAKMAYI VEYA İLAÇ DOZUNU DEĞİŞTİRMEYİN.

- uyarıcı özelliğe sahip tüm alışkanlıklarınızı bırakın: tütün, kahve, kola, çikolata gibi.

- yemeklerle birlikte hergün 3 kez 500 mg kalsiyum ve 250 mg magnezyum alın. Bunlar sinirlerin aşırı uyarılabilirliğini azaltmaya yöneliktir.

- vitamin - E alın. bu konudaki çalışmalar yetersiz olmakla birlikte, fayda sağladığı hastalar bulunmaktadır. önerilen doz 40 yaş altındakiler için 400 IU / gün, daha yaşlılar içinse günde 800 IU dir.

- solunum egzersizleri ve stres kontrol egzersizleri yapın.

- bu yöntemler muhtemelen ilaç kullanma gereksiniminizi ortadan kaldırmayacaktır, ancak uzun sürede ilaç dozunu azaltmanıza yardımcı olacaktır.

Kalp krizi, kalp sağlığı

Herkesin evinde mutlaka bulunan Aspirin birçok ağrımızın çaresi haline gelmiş bir ilaç. Başımız ağrısa, soğukalgınlığı başlasa hemen bir Aspirin yutarız. İşte bu mucizevi ilacın bir marifeti daha uzmanlarca keşfedildi. Son 20 yıldır kalp krizi nedeniyle hayatı sona erenlerin sayısında üçte bir azalma görülüyor. Bunun da son 100 yılın en önemli buluşlarından olan bir ilacın, yani Aspirin ‘in sayesinde olduğu uzmanlarca öne sürülüyor. Stanford Üniversitesi doktorları Aspirin\’in insanların kalp krizinden ölmelerini engelleyen en önemli neden olduğunu söylüyor. Thrombolysis, ilaçlarla kalp krizlerinin başlıca sebebi olan pıhtıların çözülmesini sağlamak anlamına geliyor. Aspirin ‘in de %17 pıhtı erimesi sağlayabiliyor olması, en büyük etkisi olarak görülüyor.

California Üniversitesi uzmanları, ölüm oranında gözlenen bu hatırı sayılır azalmanın kökeninde ileri teknoloji uygulamalarının değil, doğru ilaç kullanımının yattığını özellikle belirtiyorlar. Tıp ilmi yüksek teknoloji ortamında ilerliyor olsa da halihazırda bulunan tedavilerin, ilaçların ve teknoloji uygulamalarının etkilerini de yadsımamak gerektiği fikrinde birleşiyorlar.

16 Şubat 2008 Cumartesi

Uyumayan çocuk obez oluyor

Obesity” adlı Amerikan dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, çocukların bir saat fazladan uyumasıyla obezite riski yüzde 9 azalıyor. “John Hopkins” üniversitesi uzmanlarının çalışması, uyku süresiyle obezite riski arasında bağlantı bulunduğuna işaret ediyor. Araştırma ekibinin başkanı Youfa Wang, “Bu konuda daha önce yapılan 17 araştırmayı kıyasladığımızda, uyku arttıkça riskin azaldığını gördük” dedi.

Wang, en az uyuyan çocukların obez olma riskinin, yeterince uyuyan çocuklara oranla yüzde 92 arttığını tespit ettiklerini belirtti. 5 yaşın altındaki çocukların günde 11, 5-10 yaş arasındakilerin 10, 10 yaşın üstündekilerin de 9 saat uyuması tavsiye ediliyor.