Psikiyatri Depresyon Şizofreni Panik Atak Fobiler İntihar bunalım tedavisi tedaviyolu nedenleri sebebleri belirtileri oluşumu saglık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Psikiyatri Depresyon Şizofreni Panik Atak Fobiler İntihar bunalım tedavisi tedaviyolu nedenleri sebebleri belirtileri oluşumu saglık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ocak 2008 Pazar

İNTİHAR

Tüm ölümlerin % 0.4-0.9 unu oluşturan intihar (öz kıyım) davranışı kişiyi ve çevresini etkilemesi yanında , sonraki nesiller ve toplum üzerindeki etkileri nedeniyle büyük bir toplumsal sorundur. Tüm dünya çapında her gün yaklaşık bin kişi öz kıyım gerçekleştirmektedir. Erkeklerin kadınlardan daha çok intiharı gerçekleştirdiği saptanmıştır. Sonuçlara göre erkeklerde 2-7 kat daha fazla öz kıyıma rastlanmıştır. Erkekler daha şiddetli metotlar (asılma, kendini silahla vurma gibi) yeğlerken, kadınların ilaç ve boğulmayı seçtikleri gözlenmiştir. Etnik gruplar ve azınlık konumunda olanlar birbirlerine daha bağlı olduklarından daha az öz kıyıma yönelirken, göçmenler henüz ortama alışamadıkları için daha yüksek oranlara sahiptirler.

Acı ve düşündürücü olan şey, kişinin bu eylem öncesinde kendisi için olası ağırlaşan tehlikeyi fark etmesi ve bunu kendi beden dili ya da sözel ifadesiyle açıklamasıdır. Bazı vakalarda birey ‘ beni tek başıma bırakmayın, çocuklarıma ya da kendime bir şey yapmaktan korkuyorum’ seklinde uyarı mesajları verebilmekte, pencere kenarları, ecza dolaplarının bulunduğu mekanlara yakın durabilmekte, değerli ve kendince manevi değeri olan şeyleri çevresindekilere verebilmekte, artan yoğunlukta hayatın anlamsızlığından bahsedebilmekte ve tehlikeli eylemleri birer birer deneyebilmektedir. ‘ Selvi gibi ümitler birer iğdeye dönmüş’, intihar dışında yapacak hiçbir şey kalmadığı düşüncesi bilince hakim olmuş, yaşanan her saatin acı , günah ve sorunları arttırmaktan başka bir işe yaramayacağı şeklindeki yaklaşımlar çoğu öz kıyım durumunda görülebilmektedir. Ancak buna rağmen bazı durumlarda gereken adımlar atılamayabilmektedir.

Kişi intiharı sorunlarını giderici, çare bulamadığı acılarını dindirmeye yarayan, katlanamayacağı sonuçları yaşamamasını sağlayıp, daha önce bulamadığı huzur ortamını getirecek bir çözüm olarak görür. Bireyde olum, mezara konmak ve hayata son vermenin sonrasına ait düşünceler bulunmamaktadır.

İntihar girişimlerinde bulunan kişilerin kendilerini ezen, görmemezlikten gelen, kendileri ile ilgili istek, karar ve seçimlerine kulak vermeyen ebeveynlerden; güvenlerini sarsan, kendilerini yüzüstü bırakan arkadaşlardan bahsettikleri gözlenmiştir. Bu durumdaki kişiler kendilerini işe yaramaz, kullanılmış, günahkar , cezalandırılmayı hak etmiş kişiler olarak görebilmektedirler. Bireyler kendilerinin görüş ve duygularının ,daha doğrusu kişiliklerinin değiştiğini görebilmekte ve aklini kaybetme, kendi denetimlerini kaybetme gibi korkular yasayabilmekte ‘o ben gitti ,başka bir ben geldi kendimi tanıyamıyorum’ seklinde konuşabilmektedirler.

Genel olarak intihar davranışlarında ölmek düşüncesi yanında daha iyi şartlarda yasamak yolunda bir kararsızlık ta bulunabilmektedir. Bu nedenle yüksek bir yerden atlamadan önce beklenmekte olduğu düşünülmektedir.

Kişinin kendini topluma ait , onun bir parçası olarak görmesi, çevresinin kendinin arkasında olduğu, sorumluluğu altında onun yardımına muhtaç kişilerin olduğu , bu eylemin günah olduğu düşüncesi, kendine maddi ya da manevi olarak destekçi güçlerin bulunduğu inancı öz kıyımların önüne geçebilmektedir.

Öz kıyım (intihar) riskini arttıran etmenler:
İlkbahar ve yaz mevsiminin başlangıç ayları daha yüksek Öz kıyım sayılarına sahiptir.Üniversite eğitimi almışlarda, daha düşük eğitim düzeyine sahip olanlara göre , daha yüksek intihar oranına rastlandığı gözlenmiştir. Müzisyenler, hekimler ve diş hekimleri, hukukçular, sigorta sektöründe çalışanlarda daha yüksek oranlar gözlenmektedir. Kişinin esinden ayrılmış olması ya da esin olmuş olması da riski arttırmaktadır. Bekarlarda evlilere göre 2; boşanmış, ayrılmış ya da esini kaybetmiş kimselerde evliklere göre 4 kat daha çok oranda öz kıyıma rastlanmaktadır. Şehir ortamında yasamak ta ayni şekilde riski yükseltmektedir. Bireyin yas grubu da intiharda önemli bir öğedir. Erkeklerde 45 yas, kadınlarda 55 yas sonrası Öz kıyım oranları artmaktadır. Ayrıca Öz kıyım riski yüksekliği erişkinliğe geçiş yılları ve eğitim, mesleğe başlangıç, ilk evlilik donemi yılları olan 15-25 yas döneminde de ikinci bir zirve oluşturmaktadır. Bir kez intiharı denemiş kişilerde intihar riski artmaktadır. Bir iste çalışmamak ya da son zamanlarda iflas etmek, isten çıkarılmak, cezaevine konma gibi durumlar da Öz kıyım olasılığını yükseltmektedir. Bireyin bir psikiyatrik hastalığının olusu ya da tedavi olunamaz bir rahatsızlığın varlığı da riski çoğaltmaktadır. Buna trajik bir örnek olarak gecen yıllarda gazetelerde gördüğüm bir haberi verebilirim. Ailesi tarafından doktora götürülen ortaöğretim dönemindeki bir kız öğrenciye anemi ( kansızlık) teşhisi konur. Bu teşhisi sözcüklerin benzerliği nedeniyle lösemi ( kan kanseri ) ile karıştıran genç kız bu nedenle hayatına kıyar.

İntihar ve vücutsal hastalıklar :
Yapılan çalışmalara göre Öz kıyım gerçekleştirenlerin % 25-75 inde vücutsal hastalıklara rastlanmıştır. Kanser hastası erkeklerin % 50 sinin teşhis konduktan 1 yıl içinde öz kıyım ile hayatlarını sonlandırabildikleri saptanmıştır. Göğüs ve genital sistem kanseri olan kadınlarda % 70 gibi yüksek bir oranda intihar gözlenmiştir.

1- İntihar eğiliminin yüksek olduğu merkezi sinir sistemi hastalıkları: Epilepsi (sara hastalığı), MS (multipl skleroz), kafa yaralanması, kalp-damar hastalığı, Huntington hastalığı, demans (bunama), AIDS. Tüm bu rahatsızlıklarda depresyona yüksek bir oranda rastlanmaktadır.
2- İntihar eğiliminin yüksek olduğu endokrin sistem hastalıkları: Cushing hastalığı, anoreksiya nervosa, Klinefelter sendromu, porfiri. Bu gruptaki hastalıklarda da duygu-durum bozuklukları çok gözlenmektedir.
3- İntihar eğiliminin yüksek olduğu mide-bağırsak sistemi hastalıkları: Peptik ülser ve siroz. Her iki rahatsızlık ta alkolizm ile beraber daha çok görülmektedir.
4- İntihar eğiliminin yüksek olduğu urogenital sistem sorunları: Prostat büyümesi, hemodiyaliz uygulanması. Her iki durumda da duygu-durum bozuklukları gözlenebilmektedir.

İntihar ve psikiyatrik hastalıklar:
Psikiyatrik bir rahatsızlığı olanların olmayanlara göre öz kıyım riskinin 3-12 kat daha fazla olduğu gözlenmiştir.Yapılan çalışmaların sonuçlarına göre öz kıyım gerçekleştiren kişilerin % 70 kadarında depresyon ya da alkolizme rastlanmıştır. 30 yas altındaki öz kıyımlarda madde kullanım bozuklukları ve antisosyal kişilik bozukluğu on plana çıkmaktayken,30 yas üzerinde depresyon ve beyne ait bozukluklar (defans gibi) öne geçmektedir. Psikiyatrik rahatsızlığı olan öz kıyım ile hayatına son veren kişilerin ,psikiyatrik hastalığı olmayan intihar eden kişilere göre daha genç yasta olduğu saptanmıştır.

Depresyon: Öz kıyımın en fazla görüldüğü psikiyatrik rahatsızlık depresyondur. Özellikle hastada hafifçe iyileşmenin başladığı erken tedavi dönemlerinde ve hastanede yatıp çıkmayı izleyen dönemlerde intihar riskinin daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Yurt dışında yapılan bir çalışmaya göre depresyonun varlığı halinde intihar görülme olasılığı, her hangi bir ruhsal hastalığı olmayanlara göre 30 kat daha çok bulunmuştur. Depresyonu olan erkeklerin kadınlara göre daha çok öz kıyım gerçekleştirdikleri gözlenmiştir. Öz kıyım denemeleri sayısı da depresyonlu kişilerde daha çoktur. Depresyonu olup öz kıyım gerçekleştirenlerin depresyonlarına ek olarak alkolizm, kişilik bozuklukları gibi başka ruhsal hastalıkları da olduğu belirlenmiştir.

Şizofreni: Ortalama % 10 oranında öz kıyıma rastlanmaktadır. Özellikle hastalığa ait yoğun belirtilerin tedavi ile azaltıldığı, kişinin işlevselliğindeki azalmanın farkında olup, depresyon el bir donem yasadığı ve daha çok hastalığın ilk yıllarında gözlenmektedir. Daha az görülen bir şekilde ise kişinin halusinasyonları kapsamında, kendisine söylendiğini düşündüğü ‘kendini at, oldur ’ seklindeki emirler nedeniyle intiharları gerçekleştirdikleri gözlenmiştir. Şizofrenik öz kıyımların % 75 inin evlenmemiş,genç yasta erkekler olduğu, % 50 sinin de daha önce öz kıyım girişimleri olduğu saptanmıştır. Hastaneden çıkıştan birkaç hafta-birkaç ay sonrasında risk yükselmektedir.

Alkolizm : Tüm intihar vakalarını % 20 sinden sorumludur. Öz kıyım gerçekleştirmiş alkolizmi olan kişilerin % 40 indi daha önceden öz kıyım girişimlerine rastlanmıştır. Erkek alkolik öz kıyımların kadınlara göre 4 kat daha fazla olduğu görülmüştür. Kişinin çevresinden uzaklaşmasını sağlayarak, çevresinin bu alışkanlığı nedeniyle kendisini artık desteklememesi ile, Kişinin beyninde uzun donemde oluşturduğu bozukluklar ve alkol almayı takiben oluşan pişmanlık ve çaresizlik düşünceleri nedeniyle intihar çok görülmektedir. Yurt dışında yapılan çalışmalara göre alkolizm gözlenen kişilerde hayat boyu öz kıyım girişimi oranı % 10-15 arasında bulunmuştur. Öz kıyım gerçekleştiren alkolizmi olan kişilerin geçmişlerinin daha zor olaylarla yüklü olduğu, anne-baba ayrılığı ya da kaybı, okul basarisizliği, is kaybı, ekonomik zorluklar ve içe kapanmanın daha çok olduğu görülmüştür. Bu bireylerin daha küçük yaslarda alkole başlayıp, son zamanlarda çok daha fazla alkol kullandıkları saptanmıştır. Alkolizmi olanlarda daha önce gerçekleştirilen intihar girişimini tekrarlama riskinin yüksek ve kullanılan Öz kıyım yöntemlerinin daha ciddi ( asma, yüksekten atlama gibi) nedeniyle daha uyanık olmak gerekmektedir.

Kişilik bozuklukları: Kişinin alkol ve madde kullanımına yönelebilmesi, daha çok çevresiyle sorunlar yasayabilmeleri, sorunlarla uygunsuz şekilde bahsetmeye çalışmaları, tedavi almak istememeleri gibi nedenlerle öz kıyım girişimleri ve sonuçlandırmaları yüksek bir orandadır. Özellikle antisosyal Kişilik bozukluğunda % 5 oranında öz kıyıma rastlanmaktadır. Bu kişilerin daha öncesinde de öz kıyım tehdit ve girişimlerine yüksek oranda başvurdukları gözlenmiştir. Cezaevlerinde genel nüfusa kıyasla 3 kat daha fazla miktarda gözlenmektedir. Ayrıca sınırda Kişilik bozukluğu, narsistik Kişilik bozukluklarında da Öz kıyım gözlenebilmektedir.
İntiharın önlemesinde dikkat edilmesi gereken durumlar:

İntihardan bahseden kişiler, hayatın anlamsızlığından bahsedenler, eşyalarını dağıtmaya başlayan, içe kapanan kişilerde dikkatli olunmalıdır. Özellikle daha önceden intihar girişimleri olanlarda bu türden sözler önemsenmelidir. Özellikle yaşlılarda intihar ile ölüm daha yoğun olduğundan, yaşlılar tek başlarına bırakılmamalı, daha yakından ilgilenilerek, yataklı tedaviye başvurulmalıdır. Yakınlarını kaybedenler, eşlerinden ve işlerinden ayrılanlar risk grubu içinde olduğundan bu kişilerle irtibat arttırılmalı, farklı bir süreç hissedilirse, kişinin yakınları ile iletişime geçilmelidir. Hastaneden yeni çıkış, depresyonun ilk dönemde tedavisini izleyen aniden yaşanan bir dinginlik hissinde dikkatler kişi üzer,ne toplanmalıdır. Çevre kişiyi destekleyici olmalı, suçlayıp, yargılamamalı, kaldıramayacağı sorumluluk ve tasaları kişiye yüklememelidir. Bu durumlar aşılamıyorsa mutlaka bir psikiyatrik tedavi ve yataklı tedavi gereklidir. Unutulmamalıdır ki intiharlar birbirlerini tetikler ve bir çığ gibi beraberinde başka intiharlara da yol açar. Birbirimizi anlamaya, sevmeye ve yardım etmeye ne kadar ihtiyacımız var değil mi? Daha sağlıklı bir toplum olmak için birbirimize destek olmaya çok , elele tutuşmaya çok gereksinmemiz var, sağlıklı ve umutlu günler dileklerimle.

FOBİLER

Çoğumuz çeşitli şeylerden korkarız. Bu korkularımız hayatımızın çeşitli dönemlerinde değişiklikler gösterebilmektedir. Çocukluk döneminde özellikle anne-baba ya da diğer bakım veren kişiler yanımızda olmadığında , onları göremediğimizde korku duyarız, onların bizi terk ettiğini düşünerek, korkar, ağlarız. Yaşımız 1.5-2 yi aşınca artık anne babamız yanımızda olmayınca onların bizi terk ettiği düşüncesi, yerini onların sevgisini kaybedebileceğimiz düşüncesi almaya başlar. İlerleyen günlerde ailemizle yaşantılarımızdan kazandığımız, onlarla olan ilişkimizin bize kazandırdığı güven hissi ile artık kendi kendimize kararlar verir, hareketlerimizi kendi hedeflerimiz doğrultusunda planlar ve yürütürüz. Ancak ailede eğer anne baba geçimsizliği, şiddet ortamı, çocuklara gerekli sevgi ve ilginin gösterilememesi, onlara taşıyabilecekleri yeterli sorumluluklar verilmez, arkadaş ilişkileri için gereken oyun ve yaşıt desteği sağlanamaz, iyi örnek olunamazsa o durumda özgüven eksikliği ve korkuların oluşumuna yol açılabilir. Korkuların daha ileri şekli ise fobilerdir. Fobileri alelade korkulardan ayıran özellikler, korkuyla oluşan sıkıntı ve gerilimin belli bir nesne ya da duruma bağlı olması; korkunun boyutunun olayı tetikleyen korku objesi ya da duruma kıyasla orantısız ve abartılı bir düzeyde olması; kişinin kendi verdiği tepkisinin anlamsız ve aşırı olduğunun tümüyle farkında olması; o korku nesnesi ya da durum ile karşılaşmaktan ısrarla kaçınması ve eğer karşılaşırsa aşırı düzeyde çarpıntı, nefes alamama, ter leme, sıcak basması, mide bulantısı hatta bayılma gibi durumlara yolaçarak, kişinin hayatını kısıtlamasına sebep olmasıdır. Kişi o hale gelir ki, sokağa çıkamaz, ya da tek başına kalamaz, bazı yerlerden geçemez, bu durum kişinin yakın çevresindekileri de olumsuz etkileyerek, onların da durumun getirdiği sıkıntılı durumları yaşamasına sebep olur ve kişinin çevresi ile sorunlar yaşamasına, sosyal ya da mesleki işlevselliğinde bozulmalara yol açabilir.

Psikanalitik görüşe göre fobiler çocuklukta 3-5 yaş arası yaşanan ödipal dönemde yaşanan sorunların çözümlenememesi ile ilişkilidir. Bu dönemde çocuğun cinsel organlarina yonelik korkular hissetmesi ( söz dinlemezse sünnet edilme ile ilişkili olarak korkutulması ya da yaramazlık yaparsa cinsel bölgesine yönelik zarar geleceği şeklinde) fobilerin gelişimine yol açmaktadır. Gene bu dönemde egonun kişiyi korumak amacıyla ‘yer değiştirme’ (displacement) olarak adlandırdığımız bir savunma mekanizması ile kişinin hissettiği tehlikeli bir dürtüsünü, bu dürtü ile az ya da çok benzerliği olan dışarıdaki bir objeye yansıtarak, çözmeye çalıştığı,fobi oluşumuna yol açtığı düşünülmektedir. Bir diğer kurama göre ise kişinin belli bir olay karşısında verdiği korku yanıtına kişinin koşullanması ya da yakınlarından küçük yaşlarda bu tür korkuları öğrenmesi de korku davranışının başlamasında etkili olabilmektedir.

Vücudun biyolojik yapısındaki bir takım değişiklikler de bu durumlarda etkili olabilmektedir. Özellikle hipofiz-hipotalamus ve böbreküstü bezleri ile ilgili hormonlarda değişmeler saptanmıştır ve bu değişimler kişinin korku etkeni ile karşılaşması sonrası verdiği tepkilerden sorumludur. Bu tepkiler bir panik atağı oluşturacak denli büyük boyutlara varabilir. Kişiler bu durumları kendi kendilerine tedavi yoluna gitmeye çalışarak alkol ve madde bağımlılığı tabloları içine girebilmektedirler.

En sık görülen fobiler arasında hayvan fobileri ( kedi, köpek, fare, kuş gibi), yükseklik, şimşek, gök gürültüsü,karanlık ve kapalı alan, uçak,kan- enjeksiyon, dişçi korkuları gelebilmektedir. Klastrofobi dediğimiz kapalı yer korkusu özellikle kendini asansör, yollardaki tüneller, sıkışan trafikte arabada kalmak, banyo ve duş kabinleri, havasız basık odalar ve MR görüntüleme cihazlarında kendini hissettirmektedir. Agorafobi ( açık alan korkusu)toplu bulunulan yerlerden korkma olup, pazarlar, alışveriş merkezleri, kalabalık caddelerde , sinema ve tiyatrolarda, yabancı mekanlarda kendini gösterebilmektedir. Agorafobi genellikle birikim yapan stresli koşulların sonucunda oluşabilmektedir. Hayvan fobisi olanların dörtte bir kadarı korkularının başlangıcı için kendileri için travmatik bir olayı hatırlayabilmişlerdir.

Toplumun % 5-10 kadarında rastlanmaktadır.Kadınlarda erkeklere göre 2 kat daha sık görülmektedir.hayvan fobileri ortalama 7 yaşında, kan görme korkusu 9 yaşta, dişçi fobisi ise 12 yaşta başlamaktadır. Klastrofobi ve agorafobi 20 yaş civarı zirve yapmaktadır. Yapılan bazı çalışmalarda bu kişilerin yaklaşık % 70’ inde ebeveynlerden birinde bu tür bir fobi olduğu gözlenmiştir.

Korkuların üstüne gidilmesi gerekir. Bu tıpkı karanlıkta bir kedinin gölgesini, aslan olarak büyük bir şekilde görmek şeklindedir. Korkuların belli bir düzen içinde üzerine gidilmeli, korkulan nesne ya da durumdan uzak durma durumundan kaçınılmalıdır

Tedavi edilmediği takdirde ömür boyu sürebilen korkuların tedavisi ilaç, bilişsel-davranışçı tedaviler ve gerekirse hipnoz ile yapılabilmektedir.

PANİK ATAK

Panik atak, aniden başlayan ve zaman zaman tekrarlayan, insanı dehşet içinde bırakan yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleri olarak tanımlanır.
Panik Atağının Belirtileri Nelerdir?
*Göğüs ağrısı yada göğüste sıkışma
*Çarpıntı, kalbin kuvvetli yada hızlı vurması
*Terleme
*Nefes darlığı yada boğulur gibi olma
*Soluğun kesilmesi
*Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecek yada bayılacak gibi olma
*Uyuşma yada karıncalanma
*Üşüme, ürperme yada ateş basması
*Bulantı yada karın ağrısı
*Titreme yada sarsılma
*Kendini yada çevresindekileri değişmiş, tuhaf ve farklı hissetme
*Kontrolünü kaybetme yada çıldırma korkusu
*Ölüm korkusu
*Bir panik atağında bu belirtilerden en az 4 yada daha fazlası bulunur.
*Dörtten daha az belirtinin görüldüğü ataklara ise kısıtlı panik atağı adı verilir.

Panik Bozukluğu Nedir?
Panik bozukluğu, tekrarlayan, beklenmedik panik atakları ve ataklar arasındaki zamanlarda başka panik ataklarının da olacağına ilişkin sürekli bir kaygı duyma. Panik ataklarının “kalp krizi geçirip ölme” , “kontrolünü yitirip çıldırma” yada “felç geçirme” gibi kötü sonuçlara yol açabileceği inancıyla sürekli üzüntü duyma yada ataklara ve olası kötü sonuçlarına karşı önlem alarak (işe gitmeme, spor, ev işi yapmama, bazı yiyecek yada içecekleri yiyip içmeme, yanında ilaç, su, alkol, çeşitli yiyecekler taşıma gibi ) bazı davranış değişikliklerinin görüldüğü ruhsal bir rahatsızlıktır.

Panik Bozukluğu Nasıl Oluşur?
İlk atak başlıyor: Hiçbir neden yokken ve birden bire başlayan çarpıntı, terleme, göğüste sıkışma, nefes darlığı yada baş dönmesi, dengesizlik, fenalaşma yada baygınlık gibi belirtiler kişiyi dehşet içinde bırakır. Kişi ‘kalp krizi ’ geçirdiğini yada felç geçirmekte olduğunu zannederek yoğun bir ‘ölüm korkusu’ ya da ‘felç olma’ korkusu yaşar. Bazen de başında bir tuhaflık, sersemlik hissi, kendisini veya çevresini bir garip ya da değişik hissetme gibi duyguların ortaya çıkmasıyla, ‘kontrolünü kaybetmeye’ yada ‘çıldırmaya başladığını’ düşünerek kendisine yada çevresindekilere bir zarar vermekten korkmaya başlar. Hasta hemen, en yakın doktor ya da acil servise götürülür. Orada yapılan birçok muayene, çekilen film, elektrokardiyografi, tomografi ve diğer incelemelerde hiçbir şey bulunmaz. Hastanın nesi olduğu sorulduğunda doktorlar ‘hiçbir şeyi yok’ ya da ‘stresten olmuş ’ derler. Çoğu zaman sakinleştirici bir iğne yapılarak evine gönderilir.
Ataklar tekrarlıyor: Bir süre sonra panik atakları tekrarlar. Hasta, her yeni atak ile aynı dehşet ve korkuyu yeniden yaşamaya ve acil servislere taşınmaya başlar. Her seferinde yeniden muayene, yeniden incelemeler yapılır ancak hiçbir şey bulunmaz. Hasta, kalbinde ya da beyninde kötü bir şey olduğuna, ancak doktorların bunu bir türlü bulamadığına inanmaya başlar. Bazen de yanlış tanı konularak hasta, antibiyotikten nefes açıcıya, çarpıntı ilacından tansiyon ve kalp ilacına, vitamine kadar değişik ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılır, ancak bir türlü iyileşemez.
Beklenti anksiyetesi gelişiyor: Ataklar tekrarlamaya devam ettikçe, hasta, ataklar arasındaki dönemde gergin, huzursuz ve endişeli bir şekilde her an yeni bir panik atağının geleceğini beklemeye başlar. Bu endişeli bekleyişe “beklenti anksiyetesi” adı verilir. Atakların çoğu zaman belirsiz zaman ve yerlerde gelmesi bu kaygıyı daha çok arttırır. Ataklar sıklaştıkça, kalp krizi geçirip ölme, felç olma ya da kontrolünü kaybedip çıldırma korkuları pekişir.
Yoğun ve sürekli üzüntü: Hastalar, evde kimsenin olmadığı bir zamanda kalp krizi geçirmekten ve hastaneye ulaşamadan ölmekten ya da kontrolünü kaybederek çıldırıp intihar etmekten, kendisine ya da yakınlarına bıçak ve bu gibi bir şeyle zarar vermekten, başkalarının bulunduğu ortamlarda çılgınca ve garip davranışlarda bulunarak rezil olmaktan şiddetle korkar. Bu düşüncelerin sürekli aklına gelmesinden dolayı da yoğun bir üzüntü duyarlar.
Yoğun davranışlar değişiyor: Bir süre sonra ataklara ve ataklar sırasında gerçekleşeceğine inandıkları ” felaketler” e karşı bazı önlemler almaya ve kimi davranışlarını değiştirmeye başlarlar. Ataklara neden olabileceğini düşündükleri etkinliklerden, yiyecek ve içeceklerden vazgeçerler. Ataklara karşı evden çıkarken alkol / madde/ ilaç / kullanırlar. Ataklar sırasında kullanmak üzerede yanlarında ilaç, su, yiyecek v.b. taşırlar. Ataklar sırasında olabileceklere karşı önlem alırlar. Örneğin atak sırasında kontrolünü kaybederek çocuklarına zarar vereceğine inanan hastaların önlem alarak evdeki bütün bıçakları kilit altında tuttukları, çocuklarıyla yalnız kalmamaya çalıştıkları, atak sırasında fenalaşarak kendini yitireceğinden ya da bayılacağından korkan bayan hastaların, baygınken çalınır diye takılarını yanlarına almadıkları, onu baygın bulanların yardımcı olabilmesi için evinin / eşinin / ailesinin adresini, telefon numarasını, hatta tıbbi yardım için ulaşabilmek üzere doktorunun kartvizitini taşıdıkları görülmüştür. Bu hastalar, gerektiğinde acil yardımı çabuk alabilmek için bütün günlerini hastane bahçesinde geçirmeyi ya da güzergahlarını muayenehane, eczane ve acil servis bulunan yerlerden seçmeyi tercih ederler.

Agorafobi Nedir?
Hastaların %60’ından fazlası, atakların geleceği yer ve durumlardan kaçınmaya başlarlar. Yalnız başına evde kalamaz, sokağa yalnız çıkamaz, otobüs, vapur, deniz otobüsü gibi taşıt araçlarına, asansöre binemez, dar sokak yada köprülerden geçemez, Pazar yeri, büyük mağazalar gibi kalabalık yerlere giremez olurlar. Bazen de, ancak yanlarında birisi ile yoğun bir endişe ve rahatsızlık duyarak bu tür yerlere gidebilirler. Hastaların, yalnız başlarına panik atağı geleceğini zannettikleri yerlere gidememe, o tür yerlerde kalamama durumlarına agorafobi denir.

Panik Bozukluğu Nasıl Bir Hastalıktır?
Panik bozukluğu psikiyatristler tarafından iyi bilinen ve çok sık görülen bir rahatsızlıktır. Öyle ki, toplum içinde herhangi 100 kişinin yaklaşık 3-4’ ü bu hastalığı ya daha önce geçirmiştir ya da halen bu hastalığı yaşamaktadır. Her yaşta başlayabilmekle birlikte en sık 20-35 yaşları arasında başlar. Kadınlarda, erkeklere göre 2-3 kat fazla görülür.

Panik Bozukluğu Neden Oluşur?
Panik bozukluğunun neden olduğuna ilişkin iki bilimsel açıklama vardır:
Panik bozukluğu, beynimizde nöron adı verilen sinir hücrelerinden salgılanan, heyecan ve duygusal yaşantılarımızı düzenleyen bazı beyin hormonlarının düzensiz çalışması sonucu oluşmaktadır.
Panik bozukluğu, günlük yaşantımızda yaptığımız bazı davranışlarımızın sonucunda ortaya çıkan ve tamamen ‘doğal ve zararsız’ olan çarpıntı, terleme, nefes sıkışıklığı ya da baş dönmesi gibi bedensel belirtilerin, hasta tarafından kötü bir hastalığın belirtileri olarak değerlendirilmesi ve bunun sonucunda da ‘kalp krizi geçiriyorum, öleceğim’ , ‘çıldırıyorum’ ‘felç olacağım’ şeklinde yanlış yorumlanması sonucu ile oluşur.

Tedavisi Mümkün müdür?
Panik bozukluğu, tedavisi mümkün bir hastalıktır. Bugün için etkinliği bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış iki türlü tedavisi vardır. Bunlar:
İlaç tedavisi: İlaçlar, beyin sinir hücrelerindeki hormon faaliyetlerini düzenleyerek panik bozukluğunu iyileştirirler. Halen, ülkemizde bu hastalığa iyi gelen ilaçlar bulunmaktadır. İlaç tedavisi etkin dozda en az bir yıl sürdükten sonra, yavaş yavaş azaltılarak kesilmelidir.
Bilişsel-davranışçı tedavi: Bu tedavide iki amaç vardır.
Hastanın, aslında tamamen ‘zararsız’ olan panik atağı belirtileri hakkındaki yanlış bilgi ve inanışlarının düzeltilmesi ve hastanın bu belirtilerle korkmadan baş edebilmesinin öğretilmesi amaçlanır.
‘Panik atağı gelirse’ endişesi ile, sokağa çıkma, vapur, otobüs, trene binme, kalabalık yerlere gitme gibi tek başına yapmaktan korktuğu şeylere bir plan dahilinde yeniden ‘alıştırılması’ amaçlanır.
En iyi sonuç, bu iki tedavinin birlikte uygulanması ile alınmaktadır.

LÜTFEN UNUTMAYINIZ!
Panik bozukluğu, kesinlikle ölüme ya da çıldırmaya veya felç olmaya yol açan bir rahatsızlık değildir.
Doktorunuz önermedikçe korkularınız ile baş etmek için kalp, tansiyon, çarpıntı ilacı, vitamin, sakinleştirici ilaç ya da alkol kullanmayınız yada gerekir diye yanınızda taşımayınız.
-Sadece doktorunuzun önerdiği ilaç ya da ilaçları kullanınız.
-İlacınızı doktorunuzun söylediği şekilde ve dozda kullanınız, o gün iyi ya da kötü oluşunuza göre dozu azaltıp arttırmayınız.
-Tamamen iyileşseniz bile doktorunuza danışmadan tedavinizi kesmeyiniz.

ŞİZOFRENİ

Kişide en az bir aylık sure içinde aşağıdaki belirtilerden en az ikisinin varlığı ( sanrılar; varsanilar; konuşma özellikleri ve kalitesinde bozulma; aşırı ölçüde garip ve anlamsız şekilde dağılmış davranışlar; negatif belirtiler dediğimiz duygusal yüz ifadelerinde azalma, düşünce ve fikir üretimi ve yapısının kısırlaşması,enerji ve bir şeyler yapmaya hevessizlik hali)
Bu durumdaki kişide hastalığın sureci içinde sosyal, mesleki, ailesel ilişkilerinde ve kendine bakim gibi alanlarda belirgin bozulmalar oluşur. Bu belirtiler en az 6 ay suredir var olmalıdır.

Varsani nedir?:
Olmayan bir takım uyaranlari var gibi algilama durumudur. Bu hastalikta en cok isitsel varsanilar (kendisi ile konusan sesler, gürültüler duyma gibi) bulunmaktadır. Ayrıca görsel varsanilar (duvarda çizgiler, kendine bakan yüzler, yaratıklar görme gibi); koku varsaniları (iyi ye da kotu ama başkasının duymadığı kokular duyma); dokunma varsaniları (vücudunda bir şeyler geziyor gibi hisler); vücutsal varsanilar (beden yapısının, bölgelerinin değiştiği seklinde) olabilir.

Sanrı nedir?:
Hastanın sabit bir fikir ile bağlandığı, aksi yöndeki söylemlere karşın ikna edilemeyen ve mümkün olmayacak derecede içeriğe sahip olan yanlış inançlardır. Başlıca tipleri arasında kötülük görme ( persekusyon ), üzerine alınma (etrafındaki her olayın kendisi ile ilişkili olduğu seklindeki referans sanrıları); kontrol edilme; düşünce sokulması, çekilmesi ya da yayınlanması; dini sanrılar; vücutsal; suçluluk - günahkarlık ve büyüklük sanrıları sayılabilir.

Şizofreni türleri:
Paranoid tip
Katatonik tip
Desorganize tip
Farklılaşmamış tip
Residuel tip.

Başlangıç Yaşı:
Genellikle 16-25 yas arasında görülse de çocukluk yaşlarında ya da 40 yas sonrası da görülebilmektedir. Kadınlarda erkeklere göre daha geç yasta başlamaktadır.Başlangıç yaşı erkeklerde 15-25 arası, kadınlarda ise 25-35 yas arasındadır.

Hastalarda belirlenen risk faktörleri:
Genel olarak toplumda % 1 oranında görülmektedir. Erkek ve kadınlarda eşit oranda görülmektedir. Hastalar arasında bekarlık yüksek orandadır. Evli çiftlerde ise boşanma oranı toplum ortalamalarından fazla bulunmuştur. Kentsel yerleşim alanlarında daha cok görülmektedir.

Kalıtımın Rolü:
Hastanın anne-babasından birinde bu hastalık varsa çocuklarda risk % 12 'ye çıkarken, her ikisi de hasta ise % 44'e yükselmektedir.

Hastalığın cinsiyete göre belirti farklılıkları:
Kadınlarda kaygı ,depresif belirtiler ve gerginlik on planda iken, erkeklerde negatif belirtiler belirgindir. Kadınlarda çevresinden kuşkulanma gibi paranoid konular ve kendine zarar verme on planda iken , erkekler zararı daha cok çevrelerine vermektedir

Hastalığın Seyri:
hastalık kadınlarda erkeklere göre, daha az sayıda ve surede hastanede yatışa yol açmakta ; hastalık daha az kötüleşme dönemleri ile seyretmektedir. Kadın hastalar daha az intihar etmekte, evliliklerini erkeklere göre daha fazla sürdürebilmektedirler.

Hastalık Kimlerde Daha İyi Seyretmektedir ?
-geç başlangıç yaşı (20 ve sonrası)
-yüksek sosyo-ekonomik düzey
-hastalık öncesi toplumsal ilişkileri ve işlevselliği iyi olan,isi olanlar.
-Ailede şizofreni hastalığı olmaması
-Zekanın normal sınırlarda olması
-Başlangıcın bir olayı izleyerek olması
-Yavaş yavaş değil,aniden başlaması
-Tedavi için gecen surenin kısa olması
-Duygulanımda silinme ve uygunsuzluğun olmaması.

Hastalık Nasıl Seyretmektedir?
Tedaviye geç başlanmadığında ,az ve kısa sureli yatışlar ile kişinin topluma uyumu sağlanabilmekte, hasta toplum içinde bir takım görev ve sorumluluklar alabilmektedir. Ancak negatif belirtilerin uzun sure devam ettiği hallerde bu sosyalleşme ve işlevsellik
bozulmaktadır.Bazı şizofren hastalarda görülebilen kendine bakımda azalma, sağlıksız ortamlarda bulunma ve alkol-madde kullanımları nedeniyle enfeksiyon hastalıkları daha cok gözlenmekte ve yaşamı kısaltmaktadır. Şizofrenlerin % 10 kadarında intihar sonucu olum saptanmıştır. Şizofreni hastalarının bu nedenlerle, diğer insanlarla karşılaştırıldığı da, 10 yıl daha az yasam suresine sahip olabilmektedir .

Tedavi:
İlaç tedavisi ve bireysel destekleyici tedavi yanı sıra grup terapileri hastanın işlevselliği ve sosyalleşmesini arttırmakta , gidisi olumlu hale getirmektedir.

Vücut dismorfik bozukluğu (dismorfofobi) devamlı vücutları ile uğraşan,vücutlarında bir şeylerin kotu,çirkin,yanlış, eksik- fazla olması seklinde düşüncelerin olduğu bir kaygılarım bozukluğudur. Kişide cok hafif bir kusur olsa bile, bu durum cok abartılarak, korkulacak bir konu haline getirilir.Hissedilen kusur nedeniyle oluşan gerilim ve kaygı ,beklenilenin cok üzerindedir .Sosyal ilişkilerden kaçınabildikleri gözlenmiştir. Bu kişiler görünümlerini kozmetik olarak değiştirmekte, ameliyatlar olmaktadırlar. kişinin odaklandığı bölge genellikle yüz bölgesi olup, burun, kulaklar, çene ya da bu bölgedeki sivilceler gibi değişebilmektedir. Kadınlarda göğüsler, karin bölgesi, boyun bölgesi on ciddide önde gelen odak noktalarıdır. Bazı durumlarda boy kısalığı ya da saçlarının azaldığı düşüncesi, karin bölgesinde yağlanma, ciltte kırışıklıklar , göğüslerin büyüklüğü konu edilmektedir.
Bu kişilerde özgüven eksikliğinin bulunduğu, depresyon, obsesif- kompulsif bozukluk ve sosyal fobi gibi ek psikiyatrik rahatsızlıkların birlikte bulunabildiği gözlenmiştir.

Hastalığın başlangıç yaşı:
20'li yaşların başında ya da ergenlikte başlamaktadır.

Belirgin tekrarlayıcı davranışları:
kişiler yineleyici bir şekilde aynaya bakmakta, vücutlarını kontrol etmekte, yakın çevresindekilere bu konunun varlığı ve derecesi hakkında tekrarlayan sorular sormakta ve konu ile ilgili çeşitli doktorlara başvurmaktadırlar .

DEPRESYON

Kişide kalıtımsal, çevresel ya da hormonal bozukluklar sonrasında gelişen çökkünlük halidir. Aşağıdaki dokuz belirtiden en az beşinin (ilk iki belirtiden en az biri bulunmak üzere), en az iki hafta süresince var olması durumuna "major depresyon" denir.

Belirtiler:
1-Hemen her gün ve günün büyük bir kısmında gözlenen çökkün bir duygu-durum hali ( kendini mutsuz,ağlamaklı,kederli hissetme hali).
2-Hemen her gün yaklaşık gün boyu süren tüm ya da çoğu etkinliğe karşı ilgi ve zevk almada azalma (daha önce keyif alınan işler,hobiler ve alışkanlıklardan artık hoşlanmama,mecburen yapma hali,(dünyayı verseler umurumda değil şeklinde bıkkınlık hisleri,bazı kişilerde cinsel isteksizlik ).
3-Diyet uygulanılmamasına karşın önemli derecede kilo kaybı ya da alımı ( bir ay içinde vücut ağırlığının %5 'inden fazlasının artması ya da azalması) ya da hemen her gün iştahta artma yada azalmanın olması.
4-Hemen her gün uykusuzluk ya da aşırır uyku hali.
5-Hemen her gün olağan beyinsel ve vücutsal işlevsellik,hareketlilik halinde azalma ya da huzursuzluk (oturmayı veya yatmayı yeğleme ya da sıkıntıdan yerinde duramama)
6-Hemen her gün halsizlik ,yorgunluk hisleri,daha önceki günler kadar enerjik hissetmeme.
7-Hemen her gün kendini değersiz hissetme,küçük görme,kendini beğenmeme,suçlu ya da günahkar hissetme hali.
8-Hemen her gün düşünme ya da konsantrasyon yeteneğinde azalma olması (konuşulanlara,okunan şeylere,izlenilen tv programlarına dikkatini verememe, söylenilenlerin bir kulaktan girip diğerinden çıkması gibi) ya da kararsızlık hali.
9-Tekrarlayan ölüm düşünceleri,intihar planları veya eylemlerinin varlığı.

Depresyonu Anlamak
Çoğu araştırmada % 8-20 oranında major depresyon düzeyinde depresif şikayete rastlanmıştır. Kalıtımsal eğilimin olduğu major depresyon vakalarının 30 lu yaşlarda en yüksek düzeyde olduğu gözlenmiştir.
Major depresyon ayrılmış ve boşanmış kişilerde en çok;bekar ya da evlilerde ise önceki gruba oranla daha az gözlenmiştir. Eşini yeni kaybetmiş kişilerde ise gene yüksek oranda major depresyona rastlanmıştır. Gene bir çalışmanın sonuçlarına göre bekar kadınlarda evlilere göre daha az oranda depresyona rastlanmış ; erkeklerde ise evlilik, depresyon riskini bekarlığa göre azaltmıştır. Bu kişilerin ailelerinde intihar ve alkolizme yüksek oranda rastlanmıştır.
Yapılan bir çalışmada son beş yıl içinde en az altı ay süre ile işsiz kalan kişilerde 3 kat daha fazla major depresyona rastlanmıştır.
Major depresyonun erkekler için hayat boyu görülme olasılığı % 2-12 ; kadınlar için % 5-26 arasında bulunmuştur. Araştırmalara göre her yıl major depresyon hastalarına yüz bin kişide 247-598 kadın; 82-201 erkek yeni vakanın eklendiği saptanmıştır.

Depresyonun oluşumunda etkili olan kişisel özellikler:
-Öfke ve nefretin, çevresindeki kişilerin kaybına yol açacağı düşüncesiyle onlara yönlendirilemeyip, kendisine yönlendirilmesi (bu yapıdaki bir kişilik hayatın ilk 1-2 yıllık döneminde düzenli ve yeterli bir anne-çocuk ilişkisi yaşamamıştır.Kişinin yaşadığı depresyon gerçek ya da farz edilen bir kayıp ile bağlantılıdır).
- Kişinin kendisi,çevresi ve gelecekten beklentileri,idealleri ile kendi gerçek durumu o kadar farklı, gerçekdışı ve orantısızdır ki , bu yüksek standartlara ulaşamamak kişide güçsüzlük ve yalnızlık düşünceleri ile depresyona yol açabilir.
-Kişinin süper egosu ( üst benlik) o kadar kuvvetli ve baskındır ki sürekli kişiyi kısıtlayıp, suçlar, zevk verici ,rahatlatıcı etkinliklerden ala koyup, adeta işkence eder.
-Kişinin çevresindekiler ondan o kadar çok şey beklemektedir ki ,kişinin bu beklentileri karşılaması olanaksızdır. Bu da zayıflık ve çaresizlik düşüncelerinin gelişip, depresyona gidişe yol açabilir.
-Kişinin küçüklüğünden itibaren sevip, saygı ve gurur duyacağı, ondan da destek ve sıcaklık göreceği, benzemek istediği, imrendiği, idealize ettiği düzeyde bir kişi (baba, anne, öğretmen ,akraba vs) yoktur. Bu da kişiliğin gelişimini olumsuz yönde etkiler ve kendine güven kaybı ve depresyona yol açabilir.
-Çocuklukta anne-baba ayrılığı ya da kaybı, stresli koşullar karşısında yeterli desteği bulamayıp, yanlış ya da yetersiz başa çıkma mekanizmaları geliştirmesine, bu da ileri dönemde depresyona zemin hazırlayabilir.
- Sahip olunan kişilik yapıları da depresyon gelişiminde etkilidir. Obsesif-kompulsif ,bağımlı, histrionik ve sınırda (borderline) kişilik bozukluğu gösterenlerde depresyona eğilim daha yüksektir.

Depresyon Teşhis Tedavi
Hangi olaylar sonrası depresyon görülebilmektedir?
Daha çok ilk depresyonun ortaya çıkmasında çevresel streslerin önemi vardır. Özellikle 11 yaş öncesi anne ya da baba kaybı olan kişilerde sonraki yıllarda depresyon daha sık görülmektedir. Sonraki yıllarda depresyon oluşturucu çevresel etkenler arasında en çok eş kaybı gelmektedir

Depresyon nasıl seyreden bir rahatsızlıktır?
Depresif bir hastalık atağı yaşayan kişilerin en az %50 si bu atağı tekrar yaşarlar.2 ve üstündeki sıklıklarda yaşandığında ,izleyen 3 yıl içinde tekrar rahatsızlanma riski %70’lere çıkmaktadır. 1 yılın sonunda major depresyon vakalarının % 40’ının iyileştiği, % 20 sinin çok hafif yakınmaları olup, depresyonlarının şiddetinin azaldığı, %40 vakada ise major depresyonun sürdüğü gözlenmiştir.

Major depresyonda kalıtımın rolü:
Genel nüfusla kıyaslandığında birinci derece yakınlarındaki risk 1.5-3 kat daha yüksek bulunmuştur. Gene yetişkin birinci derece yakınlarda alkol bağımlılığı riski yüksek bulunmuştur. Depresyonlu ailelerin çocuklarında, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğuna rastlanma riski de daha yüksektir

Tedavisiz geçmez mi?
Depresyon tedavi edilmediğinde ortalama 7-14 ay sürmektedir. Tekrar etmeme halinin yaşam boyu şansı % 25 ten azdır. Tedavi ile rahatsızlık 2-4 ay sürmektedir

Tedavi nasıl olmaktadır?
Tedavi ilaç tedavisi yanında dinamik psikoterapi (kişinin geçmiş yaşam öyküsünün alınıp , şimdiki sorunların kökenleri ve amaçlarını,kişinin zorluklar karşısındaki savunma mekanizmalarını ve depresif temel düşünce biçimlerinin saptanıp,düzeltilmesine çalışılması) ile mümkündür. Bu tedavinin haftada bir gün (50 dakikalık bir seans) şeklinde en az 10 seans olmak üzere uygulanması gerekmektedir

Tedavi ne kadar sürdürülmelidir ?
Antidepresif tedavinin en az 6 ay sürdürülmesi uygundur. Erken kesildiğinde (daha iyi hissedilmesi, ekonomik nedenler ,yan etkiler vs. nedeniyle) en riskli dönemin ilk 4-8 hafta olduğu ama sonrasında da erken kesim halinde riskin yüksek olduğu saptanmıştır.

Depresyon neden önemlidir?
Major depresyon hastalarının % 15 kadarı intihar ederek hayatlarına son vermektedir. Hastanede yatan diabet,kanser,kalp hastalıkları,felç gibi rahatsızlıkları olan kişilerin % 25 inde major depresyon görülmektedir. Depresyon kişilerin mesleki başarısını düşürmekte ve iş kayıplarına ; cinsel bozukluklara yol açarak evlilik sorunlarına; kişinin durumun etkisinden kurtulmak, kendini rahatlatmak için alkol ve uyuşturucu maddelere yönelmesi sonucu trafik kazaları, kavga ve suça yönelme görülebilmekte ,ruh sağlıkları bozuk çocuklar ve sonuçta ruh sağlığı bozuk bir toplum olmamıza yol açmaktadır